Ahmet Taştan'ın köşe yazısı
Gençliğinde, arkadaşının biri vesilesiyle Cemalettin Afgani'yi dinlemeye gitmiş. Onun ne kadar bilgili, geniş, çaplı, ileri görüşlü biri olduğunu o konuşmasında anlamış. Mehmet Akif ileride siyasi duruş konusundaki seçimini yaparken bu kişinin konuşmalarının tesiri ile tercihini yapmıştır, diye düşünmeden edemiyorum.
O konuşmada Afgani’den Mehmet Akif, reçete kabilinden beş madde not etmiş. Birincisi, Kur’an ve sünnette yeniden dönüş. İkincisi, Allah’ın dinini bidat ve hurafelerden, tanınmaz hale sokan kir ve pastan arındırmak. Üçüncüsü, içtihat kapısını açmak. Dördüncüsü, emperyalist mücrimlerle mücadele etmek fikrî ve fiilî olarak. Beşincisi, her işimizde adalet ve hakkaniyeti gözetmek. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaracak yol şura ile iş gören mücahit ve müderrislerin tuttuğu yoldur.
Akif’in, bir hayli etkilendiği bu kişiden, yazarımız ona karşı tedbirli yaklaşım sergiletmiş. “O kadar çok ışık, o denli büyük bir aydınlık dökülüyor ki muhatabının üstüne, kendisi karanlıkta kalıyor sanki.” dedirtmiş.
Mehmet Akif, baytarlık mesleği gereği halkın arasına girmiş, onları yakından tanıma imkanı bulmuştur. Bu konuda halkın takdirini kazanmış, maharet gerektirecek işler başarmıştır.
Söz, sözü açar ve kitap tanıtımından ziyade kitap özeti haline dönerse sıkıcı bir köşe yazısı olur. 270 sayfalık bu eserde Mehmet Akif’in, bir arkadaşının zoruyla İttihat ve Terakki’ye şartlı girişi, Teşkilat-ı Mahsus’a emriyle Almanya’daki Türkleri ziyareti, sonra yine vazife icabı Arabistan’a gidişi, Ankara’dan yeni açılan meclise davet edilişi, Taceddin Dergahı İstiklal Marşı’nı yazma gayreti, ilk meclisteki muhalefetin reisi Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey cinayeti, Mahir İz’den söz edilişi... Mısır’da Kavalalı Ali Paşa’nın torunları hidivlerle tanışması. Sait ve Halim Paşaların, ona karşı samimiyetleri hatta kız kardeşlerinin hürmeti ve yardım etmeleri...
Devrimlerden sonra Anadolu’daki siyasi yönetimle farklı düşünmesi, Kur’an mealini yazmak için devletle anlaşması, arkasına takılmış ajanlar vesilesiyle takip ettirilmesi, 1925’te Mısır’a gidişi, orada Türkçe dersler verişi, Mustafa Sabri Efendi ile görüşmesi, Hasan el- Benna’dan bahsetmesi, oğlu Emin’i mecbur olmadığı halde askerlik için Anadolu’ya gönderilmesi, arkadaşının evlatlarını evlendirişi, Mısır’dan İstanbul’a dönüşü, İstanbul’da hasta yatağında ziyaretçilerin çokluğu, vefatı ve cenazesine herhangi bir devlet erkanının katılmayışı, Edirnekapı mezarlığına arkadaşın yanına defnedilişi... Titiz ve uzun cümlelerle anlatılmıştır.
Okuyucuyu sevindirecek ve heyecanlanacak satırlardan ziyade, Mehmet Akif Ersoy’un şahsi karakterine uygun, daha çok hüzünlü başarı dolu inanç yüklü kelimeler sizleri bekliyor olacak.
Diyeceksiniz ki bu kitabın seçimle ne alakası var? Aslında Mehmet Akif gibi inancında samimi, gayretli, üstün vasıflara sahip bir kişinin siyasi seçim konusunda isabetli karar vermeyişi.
İslamcı olmasına rağmen II. Abdülhamit Han’a karşı oluşu, o günkü sosyal siyasal atmosferin girdabına yakalanmış olması dikkat çekicidir. Ne kadar vatan, millet, bayrak, İstiklal deseler de dünyanın tanıdığı en mükemmel siyasi dehanın karşısında yer alıp ona şiirlerinde ağır sözler söylemesi, tarihin ibret levhası gibi gözümüzün önünde durmaktadır.
Çağın Abdülhamid’ini ve onun karşısında müminlerin umudu olan devletimizi parçalamak için saf tutmuşların planlarını fark edemeyecek kadar kör olmamak gerekir. Mehmet Akif, Mısır’da Mustafa Sabri Efendi’nin “Neden bizim yanımızda yer almadın?” sorusuna “Ben böyle olmasın diye çok çabaladım ama kadermiş” sözünü duyanlar tekrar düşünüp seçimlerini daha isabetli biçimde yapmalarını tavsiye etmeliyim.