Ahmet Taştan'ın köşe yazısı

Öyle demişti Tanzimat Edebiyatının büyük ve coşkulu şairi Namık Kemal: “Ne efsûnkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet

Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten”

Ey Özgürlük (Hürriyet) ne büyüleyici yüzün varmış. Esaretten kurtulduk gerçi ama aşkının esiri olduk.

Bu özgürlük kavramının, en çok Müslüman Türk'ün ruh mayasında olduğunu söyleyeceğim ama zaten Allah (CC)  kullarını “hür” olarak yaratmış. Zamanla toplumsal statü gereği ya da daha farklı gerekçeler sebebiyle insanoğlu, bir başka insanı hizmetinde çalıştırmıştır.

Bence olaylara bakış açısına göre bu konu tekrar değerlendirilebilir/ isimlendirilebilir. Bunu niye söyledim? Cennet vatanımızın topraklarında, nefes alıp veren -sayısı mahdut/sınırlı- birkaç genç sokak ortasında, ağzına doğru uzatılan mikrofonlara söyledikleri cümleler “... acaba?” dedirtiyor insana.

Neymiş efendim: “Özgürlük hakkımız yok... Özel hayatımız yok... İstediğimizi yapamıyoruz, imkanlar kısıtlı, dolar hep doluyor...  Kaç lira oldu biliyor musun? Hele yerden bitme soğanın fiyatı...?”

İşte bu cümleler, Namık Kemal’in hayalini kurduğu hürriyete aşık gençlere ait. Henüz özlediği özgürlüğe ulaşamamış durumdayız demek ki. Esiri olduğumuz bir özgürlüğü başımıza taç eyledik. Maymuncuk anahtarı gibi, her türlü kilide uyuyor, her kapıyı açıyor.  Özgürlüğü kutsayan kafalar, bunu maharetlice kullanıyor.

Özgürlüğün esareti altında, nefsinin arzularından asla taviz vermeden, o isteklere taparcasına tabi olması, olayın vahametini (korkunçluğunu) göstermektedir.

Ahlakî kural, toplumsal norm, dini emir... İnsanı, insan edecek her ne varsa her birinden fersah fersah uzaklaşıyor. Tek bildiği “ben özgür değil miyim? İstediğimi yaparım!” cümlesi pimi çekilmiş bir el bombası gibi tahribat yapacaktır, sanırım. Emniyeti açılmış bir silahı kullanmasını bilmeyene vermek gibi bir şeydir bu ifadeler.

Karmaşanın ve anarşinin yayılması için en uygun zemin, herkesin özgürlüğünü kendi tanımlamasıdır. Bağımsızlını ilan eden beylikler gibi... “Benim özgürlük sınırım, onun özgürlük sınırına kadardır” klişeleşmiş ibaresine kim ne kadar uyar ki.

Bu kapıdan geçildi mi bir sonraki kapı nedir bilir misin? “Bu onun tercihidir bu da benim tercihimdir” darboğazıdır. Ahlakı terbiyesini tamamlamış, edep-erkan bilen, mesleğinin saygınlığını kavramış bir insanın özgürlüğü kullanması ile babasına karşı nasıl davranmasını bilmeyen bir gencin özgürlüğü kullanmadaki kalitesi eşit olabilir mi?

Özgürlüğün esirleri, günahkarların arasından seçiliyor sanki. Öyleyse özgürlüğün efendisi de olmalı insan. Toplumsal kuralların, ahlakı tutumların hangisini, nerede ve nasıl kullanacağını bilir kâmil insan. Hatta bazen özgürlüğü elinin tersiyle iteleyerek vazgeçer köleliği bile tercih edebilir .

Kendisinin kazanmadığı bir özgürlüğün, boynuna geçirilen bir zincir olduğunu fark eder. Bağışlanmış bir özgürlükle, insanlar ancak manipüle edilir. Özgürlük bir şeyleri rahatça yapabilmek için araç olması gerekirken, her şeyi yaptıracak itici bir güce sahip oldu. Neden?

İşte bu özgürlüğün köleleri sayesinde özgürlük pazarlayanlar, ipleri kendi elinde olmasına rağmen, ufak süs köpeklerinin peşinden giden, onun durduğu yerde duran, çişini yapması için bekleyen zavallıları gördükçe acaba ne hissediyorlardır, diye düşünmeden edemiyor insan.

Özgürlüğü kendi kültür dünyalarındaki kelimelerle tarif edenler, toplumları çökertmek ya da aileyi yıkmak için namluya sürdükleri bir mermi gibi kullanırlar.

Neden kendi kültürünü, ailesini, anne babasını, dinini, inançlarını, sahte bir özgürlük adına incitiyor, özgürlüğün esareti altına giren bu takipçi gölge topluluklar...

Daha neler duyacağız özgürlük adına. Rabbim aklımıza ve gönlümüz sahip çıkmayı nasip eylesin.