Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez

Bir dem dilinden dür döker, dertlilere dermân olur.

Gönlümüzün bir halini daha ifşa ediyor şair. Eskiden şiirlerimizde  dil, kalp idi. Dil-i mecruh (yaralı gönül) dil-ârâ (gönül süsleyen) vb. örneklerden anlayabiliriz. Fakat burada ağız içindeki dilden de bahsetse, ona manayı veren kalptir. Mana güneşi gönülde doğmaz ise lisan ne söyleyebilir ki! Bazen tek kelime ile açıklanamaz bir hal olur. Dil, lâl olmuştur. Belki de hayranlıktır sebebi. Bu durumda kelimelere bürünmüş bir anlam yoktur.

Bazen tam tersi hale düşer, dilinden inci mercan gibi değerli sözler dökülür. Müjde dolu nasihatler, ön açıcı fikirler, karamsarlık bulutlarını dağıtan tesellilerle coşar. Dertliler dermana, hastalar şifaya, karamsarlar aydınlığa kavuşur.

Lakin tüm bunlar olurken gönül denilen cevher bunca zıtlıkları nasıl bir bünyede taşıyor, şaşmamak elde değil. Daha derin düşünürsek gönlü veren kudreti de hissederiz.

“Bir dem gelir Îsâ gibi, ölmüşleri diri kılar

Bir dem girer kibr evine, Fir’avn ile Hâmân olur.

Yine aynı tezat hallerin tezahürü ile karşı karşıya kalırız. Allah’ın, İsa (as)’a verdiği bir mucizelerden biridir ölüleri diriltmesi. (Abraş hastalarını/Deri hastalıklarının iyileştirir, evlerindeki yiyeceklerden haber verir) Bir filmde Nuh oğlu Sâm isminde birini diriltir ve “Beni tanıyor musun?” diye bir soru sorar. O da “Sen İsa Mesihsin” der ve tekrar ölür.

Vefat etmiş bir insanı anmak, onun dediklerini yapmak, onu ziyaret etmek vb. hallerle diri muamelesi yapar gönül.

Bazen de “Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?” diye kibirlik taslayan Firavun’a dönüşür ve orduların komutanı Haman’a: “Ey Hâmân!” der: “Bana yüksek bir kule inşa et; belki bazı yollara, göklerin yollarına ulaşırım da bu sayede Mûsâ’nın ilâhını görebilirim! Doğrusu onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum.”diye emreder.(ayet)

İnsanın nefsi, kibirlenir Firavun gibi, lakin Allah’ın emriyle denizleri yaran bir Musa (as) da olabilir. Bu kabiliyet vardır insanda. Özet şudur Allah’ın izni ve kudretiyle insanı diriltmek bir tarafta, diger bir tarafta ise nefsinin kudretiyle kibir abidesi kesilmek. Buna benzer anlamıyla Necip Fazıl’ın dizeleri de şöyledir:

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir / Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir

Bir dem döner Cebrâil’e, rahmet saçar her mahfile

Bir dem gelir gümrâh olur, miskin Yunus hayrân olur.

Bu sefer Cebrail (as)’a benzetmiş gönlü. Cebrail, insanları ilahi hikmet üzere vahiy getiren melek. Her hali rahmet ve bereket olan bu meleğe kâfirler düşmandı. Onlar/ Yahudiler başlarına gelen her kara haberi Cebrail getirdiğine inanırlardı ve bu yüzden düşman kabul ederlerdi onu. Lakin şair onları yalanlar ve her yere rahmet dağıtan tam bir iyilik meleği olarak tanımlar. Cebrail’in saçtığı rahmet gibi her yer gümrah yani bol, gür, sık olur. Yunus de işi tekrar ilk satıra bağlayıp tüm bunlara hayran olur. İnsan kâinatın göz bebeğidir. İnsanın her şeyi gönlünde oluşur.

Konuşmaktan çenesi yorulmuştu kır saçlı edebiyatçının. Her zamanki espriyi yaptı. “Kırk dakikayı geçti mi, çenelerim ağırdı.” “Çayları getireyim mi hocam?” diyen ses, teneffüs zili gibiydi. Dinlemekten kasılmış beyinler, daha çayları yudumlamadan, bardağın üzerinde tüten dumanlara dalan bir çift göz kalabalıktan uzaklaşıp gönül diyarında geziniyordu sanki? Bir yudum aldı ve “Sen neymişsin be gönlüm?!” dercesine meclise geri döndü.

AHMET TAŞTAN