Ahmet Taştan'ın köşe yazısı
-Fakat baba, insanlar senden uzaklaşırlar, dinden soğurlar. Sen böyle uyarılarda bulunursan onlarla arandaki mesafe açılır?
-Ah be oğlum, eve gittiğin zaman Nuh suresini bir oku bakalım. Nuh Peygamber orada nasıl tebliğ ve davet ettiğini anlatıyor.
-Tamam, baba haklısın ama bak, şu küçük parkta oturan ve çay demleyip keyif süren iki amcanın yanında oluyor her şey; onlar da ses çıkarmıyor. Sen niye arabayı durdurup öyle bakıyorsun, korna çalıyorsun?
-Evet, böyle yapmam pek anlamlı değil. Yanlarına gidip onların Müslüman iseler böyle şeylerin yanlış olduğunu, yarın ahirette bunlara nasıl bir karşılık verileceğini anlatmam lazımdı.
-Ohoooo ben ne diyorum, sen ne diyorsun?
-Görüyor musun oğul, ben seninle konuşurken bile anlaşamıyoruz? Değil ki bu tazecik gençlere başkalarına özenerek yaptıklarının yanlış olduğunu bir takım işaretlerle hatırlatmak... Onların doğru anlamasını beklemek zor. Fakat en azından bilsinler ki toplum içinde yaptıkları bu terbiyesizce davranışlar, bazı büyükler tarafından hoş karşılanmıyor.
Zaten büyükler büyüklük yapsaydı, küçüklerde az çok, nerede-nasıl davranacaklarını bilirlerdi. Dizilerin ve internetin kasırgaları arasında yolunu bulmaya çalışan bu gençler, Müslüman olduklarını söyleyeceklerdir uyardığın zaman. Öyleyse neden uyarmaktan çekiniyoruz.
Allah, bizim başımıza sırf uyarı yapmadığımız için bela bile indirebilir. Çünkü önceki milletlerde/kavimlerde bunlar olmuş. Fakat ne diyor bir sözde? “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” Hem o eski kavimleri yerin dibine batırılmış Allah.
Peygamberler niçin kendileri ile beraber inanmışları alıp şehirden çıkmışlar. Çünkü onlar tebliğ ve davet vazifesini hakkıyla yerine getirmişler. Bu sebeple Cenab-ı Allah onları helak olan insanların arasına katmamış.
Oğlum, insan bildiklerini yapmazsa cehalet daha iyidir. Bizim savaşımız kötülükle, cahillikle, günahla, haramla... İnsanlar tövbe edip hakkından gelebilirler. Buna da öncülük yapmak belki bize düşer.
-Aman baba, tamam tamam seninle de laf yarışına girilmiyor.
-Bu yaptığımız, laf yarışı değil oğlum bir “yanlış anlaşılma” ile “doğru anlaşılma” arasındaki muhabbet.
Düşünsene oğlum, bundan 10 yıl sonra yanımıza biri gelip:
-Beyefendi siz hatırlamazsın belki ama ben cahil bir gençken yanlış yaptığım davranış görmüş ve bir uyarı yapmışsınız.
O günden sonra eve gidip hayatımı gözden geçirdim ve sizin yaptığınız uyarıyı düşünmeye başladım. Onca insanın gözü önünde bunları yaparken bize kimse bir şey demedi fakat siz gelip güzel güzel meseleyi açıkladınız. Bu açıklama benim hayatımın dönüm noktası oldu.
Yaptığınız işin ne olduğunu kavramaya çalıştım öncelikle. Sonra bunca insan dönüp bakmazken, umursamazken siz bir uçurumun kenarından beni çıkarıp aldınız. O günlerde size çok kızmıştım ama.
Söylediğiniz güzel sözler mest ettin beni. Dediniz ki “Sen bu kızı seviyor musun?” “Evet.” dedim çekinerek. “İnsan sevdiğine böyle yapar mı? Onun şerefini, izzetini, saygısını, kendine olan güvenini böyle zedeler mi?”
İşte o günden sonra daha dikkatli olmaya, daha saygılı davranmaya çabaladım. Siz ve sizin gibi uyarıcılar, toplumda olduğu müddetçe sanırım daha güzel günler bizlerin olacak. Teşekkürler uyaran adam, her güzel sözünüz için.
-Böyle bir hatırayı yaşamasak bile hayali güzel, öyle değil mi?
-Bak şimdi böyle düşününce gönlüme bir genişlik geldi. O zaman ben de aklımın erdiğince dilimi döndüğünce uyarmaya çalışayım.