Yaşlı adam hayat arkadaşını kaybettiğinden beri hiç huzur bulamamıştı.
Sürekli eşinin değerini bilemediğini ve onu mutlu edemediğini düşünürdü.
-"Erken yaşta emekli oldum ben" diye başlardı söze...
-Emekli olmadan evimi arabamı da almıştım...
Dört çocuğum var, onları da evermiştim."
Anlatırken gözleri yere bakıyordu.
Hanım, "Gezelim dediğinde", "ne işimiz var, Yok derdim..."
-Paramız var yahu elimiz ayağımız tutuyorken şu kaplıcalara gidelim der, yok derdim...
-Şöyle bir yürüyelim der,
Yok derdim...-Yüz lira harçlık ister, elli lira verirdim...
-Nedendi bilemiyorum onun istediği kanalı bile açmazdım..
-Ve güya hanımım 'CAN' yoldaşımdı..
-Bir sabah uyandığımda iş işten geçmişti.
Yastığının altında çorapları, tülbenti vardı.
Elini yüzünü sildiği havlusu bile ıslaktı ama artık o yoktu.
-Kıldığı son namaz sabah namazıydı öğlen namazından sonra topraktaydı.
Yalnız kaldım...
-Onun tüm istedikleri aslında imkan dahilindeydi..
-Şimdi hayat arkadaşım gitti ama ben hepsi ile var iken yok oldum.
Dört çocuğum vardır.
Herbirinin 125 metre kare evleri var ama bana o evlerde bir metre kare yer bile zor bulunuyor.
Neden yaşlıları hep parklarda/banklarda ( hava soğuk olsa da) otururken görürsünüz?
Birçoğunun eşi ölmüştür.
Tek başına yemeğini yapacak, çayını demleyecek durumda değildir. Gelininin yada damadının yanına sığınmıştır.
Bedeni ve ruhu artık gerilemeye başlamıştır.
Uzuvları görevini yapamaz hale gelmiştir. Dermansız, çaresiz, mahzundur. Yürekleri yumuşamış, gözyaşı gözünün kenarında hazır bekliyordur.
Yemeğini üzerine döker, takma dişi ağzından çıkar, dişi gıcırdar, burnu akar...v.s.
Gayri ihtiyari herşey olur.
Damadın, gelinin, oğlunun, kızının, torunlarının küçük bir sözü gücüne gider. Üzülür, gözleri dolar, yutkunur! İçine atar acısını, çaresizliğini!
Sessizce, ezilerek sofradan çekilir, usulca. (YARIN DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)
ABDÜLVASİH DURAN