Mükrimin Halil hocanın hayatında İstanbul’a gelişinden sonraki en önemli ikinci dönüm noktası Paris’te, 1925-27 arasında geçirdiği iki yıllık yoğun çalışma dönemidir. Fransız Milli Kütüphanesi, muhtemelen daha önce hiç bu kadar ilgili ve bilgili bir Türk görmemiştir. İki yıl boyunca hemen her gün bu devasa kütüphanede araştırmalar yapmıştır. Bilhassa nadir el yazması eser örneklerinden istifade emiştir. Dönüşte, bu bilgilerle ülkesinin ilim ve irfanını yüceltmek gayesi onu motive eden en önemli güçtür.
Milli Kütüphane’de zaman zaman dolaylı engellemelerle karşılaştığı da olmuştur. Mesela, bazı nadir – tek nüsha Şark yazmalarını kopya etmesine izin verilmemiştir. İşte, bu zor anlarda Mükkrimin Halil’in hafızlık yönü devreye gitmiştir. Gün boyunca kütüphanede okuduklarını ezberliyor ve binadan çıkar çıkmaz bir kenara çekilip ezberlediklerini defterlerine yazıyordu. Ondaki öğrenme aşkı ve olağanüstü ezber kuvvetini en iyi ifade edenlerden Dr. Kazım İsmail Gürkan diyor ki: “Mükrimin Halil kitapları değil; kütüphaneleri okumuştur”. Evet, biz en fazla bir – iki kitabı belki ezberleyebiliyoruz ama bir de koca kütüphaneleri ezberleyen olağanüstü bir hafız düşünün! İşte, o Mükrimin Halil Bey’dir.
1930’ların başlarında Türk Tarih Tetkik Cemiyeti; 1932’deki adıyla Türk Tarih Kurumu Atatürk’ün direktifleriyle kurulurken bilgi birikiminden en çok istifade edilen kişilerin başında Mükrimin Halil gelmektedir. Hemen ardından 1933’te Üniversite Reformu yapılmış; Darülfünun İstanbul Üniversitesi olarak yeniden yapılanmıştır. Mükrimin Halil bu yeni yapılanmada aktif görev almış ve bir zamanlar talebesi olduğu Tarih Bölümünde doçent olarak ders vermeye başlamıştır.
Günümüzün bir tarihçisi olarak şahsen benim Mükrimin Halil ile tanışmam, onun 1939’da yazdığı bir makale dolayısıyladır. Tanzimat’ın 100. yıldönümüne özel olarak yapılan büyük sempozyumda: “Orta Zamanlar Tarihi Doçenti Mükrimin Halil”in yazdığı o makalenin adı: Tanzimat’tan Meşrutiyet’e Bizde Tarihçiliktir. Benim için adı geçen makale Mükrimin Halil’in dünyasına attığım ilk adımdır. Tabi, bunun devamını yıllar sonra getirdim. Mesela, 1924’te Anadolu Mecmuası’nda yazmış olduğu ve bilhassa Türklerin Anadolu’yu fethi konulu yazılarının hepsini okudum: “Milli Tarihimizin İsmi ve Mevzuu, Anadolu’nun Fethi…”.
Okudukça, tanıdıkça Mükrimin Halil hoca ile aramdaki özel bağlantıları keşfettim. Bendeniz Malazgirtliyim; Hocanın birçok makalesi Malazgirt hakkındadır. Ben de onun gibi hayatımın daha ilk çocukluk yıllarında hafız olmuştum ama üstadın hafızası ile çalışma azmi bizimkinden çok daha fazladır. Sonra, muallim ve tarihçi olmak gibi değerli ortak paydalarımız vardır.
Mükrimin Halil Yinanç, 41 yaşında, 1941’de profesör olmuş ve hatta 1957’de kendisine Ordinaryüs unvanı dahi verilmiştir. Ordudaki sıra dışı mareşallik neyse ordinaryüslük de ona benzer bir şeydi ve artık günümüzde her ikisi de verilmemektedir. Hoca, her ne başardıysa kendi zekâ – yetenek ve çalışma azmi ile hak ederek kazanmıştır.
En son, 22 Aralık 1961 Cuma günü, her zamanki gibi en sevdiği iş olan tarih dersini anlatırken dersin ortasında kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. Ne mutlu ona! Elbistan’dan Türk dünyasına armağan, 20. yüzyıldaki en değerli şahsiyetlerden birisidir Mükrimin Halil Yinanç.
İlmiyle âmel etmiş bu muhterem âlimimize Mevlâ rahmet eylesin. Rabb’im, ilmimizi arttır ve ilm doğrultusunda salih âmellerde bulunmamızı nasip et! Vesselâm.
DR.SALİH EROL