Geçen yüzyılın gazetelerini okurken fark ettim. İkdam Gazetesi’nin 16 Teşrinievvel (Ekim) 1340 (1924) tarihli sayısının ilk sayfasında şu cümle dikkatimi çekti: “Cenâb-ı Hak benim lisânımı da bilir”. İşte, o cümlenin ait olduğu haber bu yazının konusu olacaktır.
Tarih: 15 Ekim 1924. Olayın geçtiği yer: Kayseri.
Olay hayırlı bir olay: Kayseri’de Memleket Hastanesi’nin açılışı.
Bütün Kayseri ahalisi, ekâbiri orada hazır bulunuyorlardı. Sadece onlar mı? Elbette hayır! Ankara’dan çok önemli misafirler de var. Anlayacağınız, Kayseri tarihî bir gün yaşıyor.
Kayseri’ye o gün gelen başmisafir, Reis-i cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Hastanenin açılışını o yapacaktır. Haberin kaynağı olan Anadolu Ajansı öncellikle hastanenin tarihçesi ve yapısı hakkında bilgiler veriyor. Ajans haberinin deyimiyle: “Memleket Hastahanesi şâyân-ı dikkat bir tarihçeye malikdir”. Aslında anlatılan şey, hastanenin yapımına tâ kırk sene evvelden (devr-i saltanatta) başlandığı ama bir türlü bitirilemediğidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçen bu sürede yılan hikâyesine dönüşen hastane nihayet açılmıştır.
Daha bir yaşındaki ve üstelik savaştan yeni çıkmış Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924’te Kayseri’de büyük bir hastane açması azımsanamayacak bir başarı sayılmalıdır. Devrinin sağlık teknolojisi ve donanımlı ekibiyle dikkat çeken bir kurumdur Kayseri Memleket Hastanesi.
Nihayet açılış vakti gelip çatmıştır. Öğleden hemen sonra merasim için bütün hazırlıklar tamamdır. Kırmızı beyaz şeritten oluşan kurdelenin kesilmesi için Kayseri valisi elindeki makası Reis-i cumhur’a uzatmıştır. Makası eline alan Mustafa Kemal Paşa, tam kurdeleyi kesip açılışı yapacakken orada hazır bulunan bir Kayserili şahıs araya girer ve şöyle der: “Efendim müsaade buyurun. Burada bir hoca efendi vardır. O, bir dua okusun. Ondan sonra açalım”. Herkes bir anlık öylece durakalır. Bahsedilen hocaefendi, cüppesiyle, sarığıyla, uzun mu uzun sakalıyla Paşa’nın hemen yakınında arz-ı endam etmektedir. Kendileri Kayseri’deki Zeynelabidin Türbesi’nin türbedârı ve bir tarikatın da şeyhi olurlarmış.
Reis-i cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa, elinde makas, başını çevirerek bir dakika kalabalığı bakar ve hocaefendiyi süzer. Hemen sonra bu dua teklifini yapan şahsa dönerek sert ve kesin bir tavırla ve kalabalığın duyacağı şekilde yüksek sesle şöyle der: “Buna müsaade etmem”. Ortalıkta çıt yok. Duâ edilmesini teklif eden şahıs süklüm püklüm, sapsarı kesilmiştir.
Paşa, bu kesin ifadesinden sonra başlar konuşmaya: “Hocaefendinin dua etmesine gerek yoktur. Cenâb-ı halık-ı âlem benim lisânımı da bilir. Duayı ben ederim”. Aslında tam da yeri gelmişken vermek istediği mesaj şudur: Dua etmek birtakım kişilerin, hacı hocaların, tekelinde değildir ve ona göre daha da önemlisi dua Arapça yapılmak zorunda değildir ya da Arapça yapıldığında daha makbul olmaz dua. Asıl mühim olan, kişinin duayı kendi anadilinde ve sade bir şekilde yapabilmesidir.
Mademki yeri gelmiş, o halde açılıştan önce halkın o ana dek alışık olmadığı sıra dışı bir dua etmenin vaktidir. Reis-i cumhur Paşa dua niyetine şu sözleri sarf eder: “Bu müessesenin Kayseri halkı için hakiki bir dâr-ı afiyet olmasını temenni ederim. Burada çalışan ve çalışacak olan kıymetli Türk ettibasının (doktorlarının) mesailerinde muvaffak olmalarını dilerim ve muvaffak olacaklarına inanırım. Bu suretle milletin sıhhat ve afiyetlerine esaslı hizmetleri ifa ederek vicdanen memnun olacaklarını ve bu hizmetlerinin yalnız Kayseri halkına münhasır olmadığını; bütün Türk milletinin buna muhtaç olduğunu idrakinde olmalarını dilerim. Onların ifa edecekleri bu mukaddes hizmetlerinden Halık ve Hafız-ı beşeriyet olan Cenâb-ı Hakk’ın razı olacağına inanırım”.
O gün Kayseri halkı, devlet başkanının ağzından ve Türk dilinden yapılmış sade, kısa ama olağandışı bir dua dinlemiştir. Aslında Mustafa Kemal’in görüşüne göre en etkili dua çalışmanın bizzat kendisidir ve hatta söze bile gerek yoktur. Asrın gerisinde kalmayacak şekilde, inanç ve azimle çalıştınız mı dua odur.
Nihayet bu yaşanan dua duraklamasından ve ardından edilen dua faslından sonra Reis-i cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa, kurdeleyi kesmiş ve hastanenin açılışını yapmıştır. O gün bir saatten fazla hastanenin içini, dışını ilgiyle gezen Paşa, çalışanlarla tek tek ilgilendikten sonra memnuniyet içinde hastaneden ayrılmıştır.
Yalnız hacı – hocaların ve onların ardından gidenlerin memnun olmadıklarını tahmin etmek güç değildir. Din alanında ve halk nezdindeki ayrıcalıklı konumlarını yitirmek istemeyenler Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun kurduğu Cumhuriyeti elbette ki sevmediler, hazmedemediler ve onu aşındırmak için kapalı – açık gayretlerini hep sürdürdüler. 1924’ten günümüze…
DR.SALİH EROL