Günümüzün siyasi iktidarı, bugünler için: “Türkiye Yüzyılı” diyor ya! Tam da Cumhuriyetimizin 101. yılını kutlarken sormak gerekiyor: “Türkiye yüzyılı derken – CUMHURİYET’e niye yer vermiyorsunuz? Yeriniz mi dar, yoksa..??” Bu arada, daha önce kullandığınız “Yeni Türkiye” tanımlamanız da problemli bir söylemdir. Türkiye bir tanedir; o da Türkiye Cumhuriyeti’dir. Eski – Yeni, Dün – Bugün.. hepsi birdir ve bizimdir.

Güncele dâir bu girişi yaptıktan sonra, tarihe dönelim ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarından birkaç İnegöl manzarası sunalım!

1936’da İnegöl’de Halkevi başkanı Şakir Lakşe’dir. Başta Bay Lakşe olmak üzere bütün İnegöl, o yılın 6 Eylül’ünde coşkulu, görkemli bir kurtuluş bayramı tertip etmişlerdir. O mühim kurtuluş günü on dört sene evvel vuku bulmuştur ve o günün tanıklarının çoğu 1936’da henüz hayattadırlar. İnegöl’ü temsilen Lakşe, bir gün içinde Ankara’ya dört tane telgraf çekmiştir: Atatürk, İnönü, Fevzi Çakmak ve devrin içişleri bakanı Şükrü Kaya adına.. Bir hafta sonra Atatürk tarafından bütün İnegöllülere hitaben şu cevabi telgraf alınır: “İnegöl’ün kurtuluşu münasebetiyle tarafımıza karşı gösterdiğiniz temiz duygular için teşekkür ediyorum”.

26 Eylül 1936 Cumartesi günü Halkevi’nde Dil Bayramı münasebetiyle ayrı ve özel bir program tertip edilmiştir. O gün halkevinde toplanan İnegöllüler ilk olarak radyodan verilen konferansı dinlediler. Sonrasında Türk dili hakkında konuşmalar yapıldı. Türkçe güzel şiirler okundu ve bu arada bando muhtelif parçalar çalarak hazır bulunanların güzel vakit geçirmesini sağladı. O zamanlarda Türkçe’ye apayrı bir önem verilmekteydi.

1930’larda topyekun, hummalı, imece havasında bir çalışkanlık hâli vardı bütün memlekette ve tabi ki İnegöl’de. Günümüzün penceresinden bakıp, bu eski çalışmalara tepeden bakabilir ve onları küçük görebilirsiniz. Ancak her devri, o devrin özel şartları ve ortamı içinde değerlendirmektir en doğru olan. Mesela, İnegöl’de 1936 Ekim’e girerken ki şu çalışmaya bakalım: “İlçemize bağlı  köylerin yol başlarına çakılmak üzere isim levhaları hazırlanmaktadır. Her levha 32 kuruşa mal oluyor; bunlar toptan ısmarlandı ve çoğunun da parası toplandı. Köylerin adını, yönünü, mesafesini yolculara bildiren bu levhalara çok kıymet verilmelidir. Muhtarlar, korucular ve bütün köy bu levhalara bakmakla yükümlüdürler”.  Tarihimizde ilk kez her yerleşim yerinin girişinde ve çıkışında o yerin levhalarını dikmişiz. Bu önemsiz bir şey olmasa gerek!

O devrin İnegöl’ünde gezmeye devam edelim! 1936 Ekim’in ilk hafta sonu Çitli Köyü’ndeyiz. Kimiz biz? Kırsalın gönüllü müfettişleri; yâni köycülük komitesi oluyoruz. Buyurun, özet yazılı raporumuza: “Yanıbaşındaki maden suyu ile bütün dünyaca tanınmış Çitli’yi çok değişmiş bulduk. Daha geçen yıl sokakları kirli; insanları sıtma içindeydi. Oysa şimdi sokaklar temiz; hastalık gitmiş; köy evlerinin hemen hepsi kireçle badanalanmış. Köyün ortasına düzgün bir kaldırım yapılmış. Cami avlusu çok şirin ve temiz bir bahçe haline getirilmiştir. Hamamı da tamir etmişler. Geçen sene köyün cumhuriyet alanının etrafının çevrelenmesini ve birkaç yıkık evin ortadan kaldırılmasını istemiştik. Köy muhtarı ve ihtiyar heyeti bunu da başarmış. Çitli’yi kutlularız”.

Adeta sihirli değnek değmişçesine memleket sathında bir çalışkanlık havası vardır; yukarıdaki alıntıda. Peki, bu nasıl olabiliyor. Elbette ki, sıkı bir devlet – hükümet kontrolü ve gelişmeye olan azimli inançla! Şimdi kaldı mı bu azim ve inanç?

Kulaca’nın yakınındaki Yiğitköy’ü neredeyse ihmal ediyorduk. Köyün muhtarı: “Ne diye bize gelmiyorsunuz?” diye söylenince bir 11 Ekim 1936 Pazar günü, 22 kişilik ekibimizle Yiğit Köy’deyiz: “Köy temiz. Yalnız bir eksiği var: Meydanda bayrak direği ve bayrak göremedik. Bayramlarda dikip, sonra gene söküyorlarmış. Halbuki bu temiz köyün semâlarında al bayrağımız daima dalgalanmalıdır. Hemen el birliği ile bayrak direğini köyün ortasına sağlam bir şekilde zemine çakıp, bayrağı göndere çekiyoruz. Bu yiğit insanlar diyarına ve muhtarı Halil’e söz verdik; her sene geleceğiz. Onlar da bize söz verdi: Yurttaşlık ödevlerini daha iyi yapıp, köylerini çok daha iyi tutacaklardır”.

Buyur kardeş, Türkiye Cumhuriyeti’nden manzaralardır bunlar! Masal ya da hikâye değil. İnegöl’ün ilk dergisi Son Yarımay’da (15 Ekim 1936) aynen şöyle yazılmıştır: “Yurttaş! Sen de çok iyi bilirsin ki, Atatürk Türkiyesi hiçbir zaman hayal arkasında koşmamıştır. Yapacağım dediğini yapmış ve yapılmayacak şeyi de yapacağım dememiştir”. Bu net mesaj, İskenderun ve Antakya (Hatay)’da Türk bayrağının tekrar dalgalanacağı vaadiyle noktalanmış ve gerçekten üç yıl sonra, 1939’da, bu vaat gerçek olmuştur. Sadece o konuda mı? Hayır! Her konuda benzer bir inanmışlık ve kararlılık hâli söz konusudur. Bu tutum İnegöl’de de hâkimdir.

Bütün bunlar, cumhuriyetimiz on dört yaşında genç bir rejimken yaşanan memleket manzaralarıdır. O genç cumhuriyet, şimdi 101 yaşını devirmiştir. Bizim yapmamız gereken Cumhuriyetin kuruluş devrinin birikimini sahiplenmek; geçmişler popülist ve politik didişmelerle memleketi bölmeden, emin adımlarla geleceğe kararlı yürümektir.

DR.SALİH EROL