Dünya peşindir. Ahiret ise vadeli bir geleceğe işarettir. Allah’ın vaadidir ahiret. Hem dünya hem de ahiret Allah’ın kullarına birer ikramıdır. Dünya başlangıç kabilinden bir ön ikram; ahiret ise bütün nimetlerin tadılacağı gerçek ikramdır.
Ahiret dünyadan; sonraki öncekinden daha hayırlıdır. Fakat bu ilâhi vaade rağmen insanlar ekseriyetle dünyaya daha düşkündür. Çünkü basiret yönünden noksan olan insanoğlu, peşin olanı; hazır olanı görür sadece.
Ara sıra, yeri geldikçe şöyle bir söz söylerim etrafımdakilere: “Dünyaya dünya kadar değer veririm”. Bizi tanıyan Celâl abimiz, yine böyle bir sözün ardından dikilip karşıma dedi ki: “Hoca, ben seni biliyorum; dünya senin pek umurunda değil bence. Çünkü öyle telaşla, hırsla bir şeyler kapmaya çalıştığını hiç görmedik..”. İlâhi Celâl abi! Dünyaya dünya kadar değer vermekle aslında onu pek önemsemediğimizi ortaya koymuş oluyoruz.
Yine de biliyoruz: Dünya acildir ve insanlar acil olanı tercih eder. Dünyayı gözünde büyüttükçe büyütür. Etrafınızdaki insanlara, kendinize şöyle bir bakın lütfen! Hemen herkeste bir acelecilik, bir telaş, bir an önce çok şeyler kapma hırsı çepeçevre sarmış bizi. Böyle bir durumda sonrasını, hele ki ahiret gibi bize çok uzak gelen öte bir âlemi – inandığı halde – önemseyen çok azdır.
Sadece ahireti değil; bu dünyadaki on yıl sonrasını bile düşünüp ona göre hareket edemiyor çoğu insanlar. Örneğin, yaşadığımız yerde çoğu kişi mısır ekimine yönelmiş durumda. Oysa ki ektikleri mısır, topraktan acayip su çeken yapısıyla öne çıkıyor. Böyle giderse, bu toprakta, yirmi yıl sonra yer altı suyu kalmayacak. Bu gerçeğin farkında olduğu halde yine de ekiyorlar. Neden mi? Çünkü alıcı olan yabancı firma peşin para veriyor en başından. Ne demiştik? Sonrasını düşünerek ona göre hareket eden yok gibi.
Ebedî ya da uzun vadeli kazanç; gelecek nesiller, emanetçi olma duygusu… gibi kişiyi kul yapan hasletler yerine acilen semirmek peşinde Ademoğlu. Sonrası topyekun bir ademe (yokluğa) gidiş olduğunu bile bile günü geçirmek telaşında. Oysa kitap ve hikmet çerçevesinde hareket edilseydi, hem şu fanî dünya huzurla yaşanılır bir diyar haline gelirdi; hem de ebedî bir ahiret kazancı elde edilebilirdi.
Bir parça huzur ve sükûnet yerine durmadan birbirimizle didişmekle geçiyor dünya hayatımız. Sâkin olmanın yerine sahip olmayı, onu da tek başına olmayı, seçtiğimiz gün dünya hayatı zindana dönüşmeye başladı. İşte, o gün bugündür; fanî hayat hep bir mücadele arenasına dönüştü.
Tam da bu debdebeli, kavgacı dünya hayatının ortasında açıp bir kere daha okuyorum Rûm Sûresi’ni; Roma’nın ve diğer fânî güçlerin emperyal tarihlerine bir kez daha ibret nazarıyla bakarak: “Rum yenildi..”! Sonra da gün geldi; yendi… Yenmek de yenilmek de insanoğlunun birbiriyle mücadelesini anlatan fânî sözcükler değil mi?. İnsanlar, toplumlar, devletler neolitik çağdan beri durmadan birbirlerini yenerler; ya da yenilirler birbirlerine.
Aslında gerçek takdir, dilediğine yardım eden Allah’ındır. Durmadan karındaşı insanı yenmeye odaklanmış insan zaferi kendisinde; yenilgiyi rakibinde zanneder. Yenip de azan zafer şımarıkları çok geçmeden ilâhi bir şamar yiyorlar da ya kendilerine geliyorlar; ya da temelli sersemleyip helâk olup gidiyorlar. Şu bin yıllık süreçte önce Doğu’nun Batı’yı yenmesi ve sonra da günümüze kadar Batı’dan darbe üstüne darbe yemesi bu minvalde okunmalıdır.
İbret alan mağluplar gerçekte kazanacak olanlardır. Zafer kazanan tarafın ibret alması daha zordur mağluptan. Çünkü insanoğlu zaferin akabinde çoğunlukla sarhoşluk evresi yaşar. Oysa mağlubiyetler acı iksir gibidirler; hayata yeniden bağlar. Tabi, her mağlup olan ders almaz; o da ayrı bir şey. O bakımdan yenmeyi de yenilgiyi de iyi tartmak gerekir. Sabret ve gevşekliğe düşme ey insan! Muhakkak ki HAK, sabır ehlini selâmete çıkaracaktır. Yalnız, sabrın mücadelenin eş anlamlısı olduğunu unutmazsan! Bir köşede durup pineklemeden sabret!
Dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri de şu kısacık dünya hayatı uğruna zulme bulaşmamaktır. Biliyorum; zâlimin mazereti hiç bitmez. Ancak HAK divanında zâlimi, hiçbir mazeret kurtaramayacaktır. Hiçbir mazeret zulmü haklı çıkaramaz. Peki, nedir zülum? Ölçüsüz cezadır o; keyfi şiddettir; adaletsiz yargıdır zulüm; haddi/hududu tanımamaktır.
Allah, bizleri şu fânî dünyanın hırslarından ve her türlü zulümden korusun. Kimisi ilim; kimisi de iman alır. Biz, Yaradan’dan her ikisini istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, tek BİR’e iman ettirmeyen ilim şeytânîdir ve yine biliyoruz ki ilimsiz iman da zayıftır; kişiyi farkında olmadan zulme götürebilir. Son sözümüz - duâmız ilâhî kitabımız Kur‘ân-ı Kerîm’den gelsin: Allah’ım, bize dünyada ve ahirette güzellikler ihsan eyle! Bizi ateşin azabından koru!
DR.SALİH EROL