Mükrimin Halil, tarih bölümü talebeliğinin sonlarına doğru, 1919’da ikinci bir okula kaydoldu. Bu okul, Mülkiye Mektebi’ydi. O artık aynı anda iki esaslı bölüm okumak gibi muhteşem başarının sahibiydi.

 Bu sıralarda en iyi arkadaşlarından birisi muhteşem yetenekli genç, Tıbbiye talebesi Ahmet Süheyl Ünver’di. İstanbul, o sıralarda tarihinin en kötü dönemlerinden birisini, “Mütareke Devri” denilen o kara günleri yaşıyordu. Osmanlı Devleti fiilen bitmişti ama bu gençler ve kıymetli hocaları var oldukça gelecek adına ümit var demekti.

Mükrimin Halil ve Ahmet Süheyl, o doymak bilmeyen öğrenme ihtiyaçlarını, eskilerin deyimiyle: “Mütebbahîr” bir âlimin huzurunda gidermeye; kendilerini yetiştirmeye çalışıyorlardı. Sözünü ettiğimiz âlim, Ali Emiri Efendi’ydi.

 Fatih’te bir zamanların Feyzullah Efendi Medresesi denilen binada, paha biçilmez binlerce kitaba sahip bir kütüphane kurmuştu. Nevi şahsına münhasır devr-i kadîm efendisi Ali Emiri, hayatı boyunca biriktirdiği – içinde Divanı Lügat-ı Türk’ün orjinalinin de bulunduğu binlerce kitap için kurulmuş bu kütüphaneye adının verilmesini bile istememiştir. Kütüphane hâlen: “Millet Kütüphanesi” olarak adlandırılmaktadır.

Hemen her gün okuldan çıkar çıkmaz Millet Kütüphanesi’nin yolunu tutan iki genç, Ali Emiri’nin hususi rahle-i tedrisinden geçiyorlardı. Süheyl’in müthiş bir not tutma becerisi; Mükrimin’in o nispette akılda tutma becerisi Ali Emiri’nin dikkatinden kaçmıyordu.

Zaten böyle olduğu için onlara kütüphaneyi ardına kadar açmıştı. Ali Emiri, hemşehrisi, büyük kültür adamı Ziya Gökalp ile aynı yıl, 1924’te, vefat etti. Onların irfanından faydalanan adını zikrettiğimiz iki gencin dostluğu ise Mükrimin Halil’in 1961’de vefatına kadar sürmüştür. Süheyl bir süre daha yaşadı.

Bu arada Mükrimin Halil’in bir diğer çok kıymetli arkadaşı ise Hilmi Ziya Ülken’dir. Mükrimin Halil’in vefatından sonra onu çekemeyen bazı kendini bilmezlerin uluorta eleştirileri karşısında Hilmi Ziya, 20 Ekim 1969’da aynen şöyle yazmıştır: “Kafasının içi çirkin ve akıl gözü kör olanlar, Mükrimin Halil’in üstün vasıflarını görmemeye mahkumdurlar”.

Mükrimin Halil, önce tarih bölümünden üstün başarıyla ve ardından 1921 Haziran’ında Mülkiye Mektebi’nden iyi derece ile mezun oldu. Artık, muallimlik yapmanın zamanı gelmişti. Aynı yıl Davutpaşa ve Nişantaşı orta mekteplerinde tarih muallimliğine başladı.

Beyni mektepte; ruhu kütüphanede olan birisiydi o. Muallimlik, onun talebelik yönünü hiçbir zaman engellemedi. Nitekim 1923’te Türk Tarih Encümeni Kütüphanesi’nde ilave memuriyet şeklinde gönüllü olarak çalıştı.

Artık devir Türkiye Cumhuriyeti Devri’dir ve 23 yaşında genç bir muallim olan Mükrimin Halil, Cumhuriyetin kültür hizmetinde her geçen gün parlayacak olan bir neferdir. Onun üstün öğrenme kabiliyeti hakkında duyumlar almış olan dönemin Maarif Başmüfettişi Rıdvan Nafiz bizzat tanışmak için 1924’te Ankara’dan İstanbul’a gelmiştir. Aslında müfettiş bey, Avrupa’nın önde gelen kütüphanelerinde Türk kültür tarihini tarayacak sağlam, genç eleman arayışı içindedir. Genç Muallim Mükrimin Halil’i Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde başmüfettişin karşısına oturtmuşlardır Mükrimin Halil’deki idealist kişilik ve özellikle olağanüstü hafıza karşısında adeta büyülenmiştir başmüfettiş ve aynen şöyle demiştir: “Tarihimiz ve kültürümüzle ilgili hangi konuyu açtımsa, bu genç muallim büyük bir vukufla konuya hâkim olduğunu gösterdi”. Sonuçta, Ankara’ya döner dönmez raporunu hazırlamış ve bu olumlu rapor doğrultusunda Mükrimin Halil Bey’e Paris yolu açılmıştır. (DEVAM EDECEK)

DR.SALİH EROL