Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı

Bugün biraz “teselli etmek” üzerine konuşmak istiyorum. Daha doğrusu sizinle birlikte düşünmek istiyorum.

Düşünürken yol haritamızı belirleyecek doğru ve kaliteli sorular sorabilmek çabasında olacağız. Her şeyden evvel “teselli etmek” ne demektir, bunu düşünmek gerekir. Sonra hangi durumdaki insanlar teselli edilir? Ardından kimler teselli eder ya da teselli etmek kimlere yakışır, sorusu gelsin. Bir sonraki adım ise kimlere teselli edilebilir, sorusudur. Bir de teselli etme yöntemleri üzerine düşünmek gerekir.

Şimdi Sevgili dostum, 

Bir düşün, bugüne kadar seni teselli eden biri oldu mu ya da sen, bir insanı teselli edebildin mi? Tabii ki de olmuştur lakin şu anda aklına gelmeyebilir. Herhalde insanın aklı teselli etmenin ne anlama geldiğini kavrar. Yani bir insan müjde vermek ile teselli etmek arasında ki farkı fark edebilir.

Başımıza bir bela, sıkıntı, eziyet geldiğinde... İçine düşmüş olduğumuz duygusal girdaptan bizi kurtaracak birkaç güzel söz, gönlümüzü avutacak, aklımızı dağıtacak, dertleri azaltacak birkaç güzel sözdür, teselli etmek.

İnsanın halinden anlayan, insanın durumunu kavrayan büyüklerden birinin olması ya da teselli etmesi daha uygun olur. Kişinin içinde bulunduğu hali anlamayan, daha önce tecrübe etmemiş olan birinin, teselli etmesi zaten yeterli olmadığı gibi pek doğru sonuçta vermez.

Teselli olacak kişi belki de yoğun bir duygusallık içinde olabilir. Dünyadaki en büyük gerçek onun yaşadığı acıdır diye hissedebilir. İşte, bu kara bulutları dağıtacak, sihirli kelimeleri kuracak kişi tecrübeli olandır. Yolun ardını önünü bilen bir insan, kırık gönülleri, nasıl onaracağını bilir. En önemlisi o acıyı yok saymadan; belki acının insana neler kazandırabileceğini ya da bunun niçin başına geldiğini sorarak yorum yapar.

Neden bunca kelimeleri inci tanesi gibi dizdim. Bütün bunları okuduğum bir kitaptaki “teselli ayetleri” başlığından etkilendim.

Kainatın Rabbi olan Allah, kulu ve elçisi Muhammed (sav)’e “insanları uyarsın ve korkutsun, onlara şahit olsun” diye gönderdiğinde başına gelecekleri biliyordu. Her şeyi ilmiyle kuşatmış olan Allah (cc) kulların ne tür zorluklar çıkaracağını da bildiğinden Resulüne “senden önceki büyük peygamberler gibi sabret” diyordu. “Onlardan incitici sözler duyacaksın buna da sabret. Sizden önceki kavimler o kadar daralmışlardı, ki yanlarındaki peygamber dahi, Allah’ın yardımı ne zaman diyor ve yardım istiyorlardı. Musa (as)’ın İbrahim (as)’ın başına gelenler zikrediliyor ve Peygamberimiz (sav) adım adım teselli ediliyordu.

Taife gidip tebliğ yaptığında, dayıları sokak serserilerini taşlamaları için teşvik etmiş, bu sebeple yüzü gözü yaralanmış, ayakları kan içinde kalmıştı. “Rabbim, yeter ki benden razı ol. Bütün sıkıntılara göğüs germeye razıyım" diyen Hz. Peygamber, kâmil bir ruh kıvamına ulaştı.

Allah, onun bu çabasına karşılık Yunus peygamberin hemşehrisi Addas isimli bir kölenin Müslüman olması ve bir grup cinlerin de iman edişi ile mükafatlandırdı. Belki de teselli etti.

Tebliğin ilk günlerinde, vahiy kesildiği zaman kendini çok yalnız hissetti. Göklere bakıyor, vahiy meleğinin gelmesini bekliyordu ama vahiy meleği Cebrail ufukta görünmüyordu. Peygamberliğini açıklamış olduğu Mekkeliler: “Rabb’in seni terk etti. Rabbin seni bıraktı” diye alay ettiler. İlk günlerin vermiş olduğu telaşla çok üzüldü. “Kum fe enzir/ kalk ve uyar” emrini yerine getirmiş. Gece yarısı kalkıp ibadet etmiş, ailesine ve çevresindekilere yavaş yavaş dini açıklamış, en yakınlarından büyük ve sert tepki almış, gönlü kırık incinmiş bir elçiydi.