Salih Erol yazdı

Hastalanmıştım aniden; ateşim vardı; üşüyordum. Her yerlerime iğneler batırılıyordu sanki! Yatağa uzanmış, ısınmaya çalışıyordum. Yorganın altına sıkı sıkıya girmiştim. O esnada asıl hayret ettiğim düşünce şuydu: Şifayı kapmadan sadece birkaç saat önce kendimi ne kadar da güçlü sanmıştım kendimi.  Halbuki daha birkaç saat önce kendimi ne kadar da güçlü sanıyordum… Bu ve buna benzer ifadeleri üç-dört kez tekrarladım; hayretim daha da artsın diye belki de. Güç ve zaaf, birbirine o kadar yakın ki! İşte, insanoğlunun ahvâl-i acziyesinin özeti budur.

İnsan kendini güçlü sanırken birden titremeye kapılıp yatağa düşebilir. Kendini en güçlü sandığın anda aslında en güçsüzsün de o an haberin bile olmayabilir. Bu trajik – komik sanrılar sürüp gider fani hayatın boyunca. Tâ ki toprağa düşünce tüm çelişkiler biter; güçlü-güçsüz hiçbir anlam ifade etmez olur ve senden önce göçüp gitmiş herkesle o an eşitlenirsin; tâ ki mahşerde takva terazisi kurulana kadar.

Benim o aniden hastalanıp yatağa düştüğüm gün, Orhan Veli’nin ölüm yıldönümüydü: Soğuk bir Kasım’ın tam ortası. İlginçtir, o garip, genç adamın vefat tarihini nedense hiç unutmamışımdır. 14 Kasım 1950’de bir sabah vakti, ya da tam bilmiyorum belki gece yarısında Ankara’da iken sokak ortasında düşmüş ve oracıkta ölmüş zavallı. Veli’nin oğlu, yukarıda bahsettiğim son durumunu sanki öncesinden görmüş gibi yazmış; etkileyici bir şiirinde: “Birdenbire” başlıklı bu şiir ani ölümün özeti gibidir.

Aslında her şey gibi ölüm de birdenbire oluyor herhalde! Rahmetli şâirimiz bu şiirini ölümünden birkaç ay önce “Yaprak” isimli bir dergide yayınlatmış. Yaprak kelimesi de ayrıca dokundu his dünyama. Yaprak, ömrün simgesi değil de, nedir? Büyük hayat ağacından dökülen yapraklar misâli ömrümüz: Nârin, güçsüz, mevsimi gelince savrulup, toprağa düşen yaprak!

Yukarıda bahsettiğim o ani hastalanma anımda Birdenbire şiiri ezberimden dökülüverdi sanki. Bir yandan üşüme nöbetleriyle titriyorum yorganın altında; öte yandan şiir okuyorum kendi kendime. Şiir ezberimde ama duyduğum hisler, verdiğim anlamlar herhalde ve tabi ki Orhan Veli’den farklı. Öyle ya şiirler her okuyanda standart anlamalar, duygulanımlar oluşturmaz. İsterseniz, gelin önce pek de uzun olmayan bu güzel şiiri okuyalım; sonra yorumlarımızı katalım:

Her şey birdenbire oldu / Birdenbire vurdu gün ışığı yere

Gökyüzü birdenbire oldu / Mavi birdenbire

Her şey birdenbire oldu / Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;

Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire / Yemiş birdenbire oldu.

Kız birdenbire oldu, oğlan birdenbire / Yollar, kırlar, kediler, insanlar…

Ve aşk birdenbire oldu; sevinç birdenbire...

Veli’nin oğlu garip Orhan! Bize: “Denizi göreceksin, sakın şaşırma!” diyorsun; hâl böyle olunca birdenbire ölümüne de şaşırmıyoruz. Aksine kalbimize dokunan bir garip olarak gülümsetiyorsun bizi. Biz de senin gibi gariplerdeniz eminim. Anlamayanlara pek sıradan gibi gelen dizelerin bende yaşayacak; yaşadığım sürece! Hem de böyle en hasta, en zayıf olduğum anlarda daha çok hatırlayacağım seni.

Senin şu: “Birdenbire” ben yalnızca sözlük anlamıyla anlamıyorum biliyor musun? O sadece: “Aniden, ansızın..” demek değil benim anlam dünyamda. Bir: ALLAH; öbür bir: Kuldur. BİR’den Bir’e: Hay’dan Hû’ya bir yolculuğun ifadesidir. Âşıktan Mâşuk’a da diyebilirsiniz. Yahut Küllden (Bütünden) Cüze (Parçaya); Ummandan zerreye diye de okuyabiliriz Birdenbire’yi. Gelişimiz de gidişimiz de Birdenbire!

Bir başka şâirimiz, fikir adamım, şâirim Attilâ İlhan ne diyor peki?: “Ölümüm birden olacak seziyorum”. Acaba benim ölümüm nasıl olacak? Diye düşüncelere daldım o özel anımda. Şunu söyleyeyim: Ben, ölümün öyle uzun, can çekişmeli hâlini istemiyorum. Kim ister ki? Ölüm haktır ve ben onundan hayırlısından ve birdenbire olanından diliyorum. O gün kafamda dönüp dolaşan bağlantılı sorulardan biri de şöyleydi: Ne zaman ölmek isterim? İlk kez kendime bir süre ve hatta bir mevsim belirledim, hem de ayına varana dek… Takdir Hudâ’nın; dilek benim.

Efendim’in yaşadığı süre kadar yaşamak isterim. Haddimi aşmadan, fazla uzatmadan, kimselere yük olmadan, elden ayaktan düşmeden ve şuurumu kaybetmeden gitmek en iyisi. Yaradan’a inancını bir an bile kaybetmeden, hak ve hakikat üzere bir sefer eyleyerek ayrılmak bu diyardan: En büyük duâmdır bu. Ayrıca ben Ekim’in sonlarına doğru ayrılmak isterim bu fani cihandan. Cevizleri son bir kez topladıktan sonra o çok sevdiğim türkü çalınabilir başımda son kez: “Ekin idim harman oldum”.

Öldüğüm gün, yakınlarımdan biri yapraklı duvar takviminden bir yaprağı benim için koparsın yavaşça; onu defterimin arasına koysun. Söz takvim – yaprak ikilisine gelmişse eğer üçüncü bir şâiri daha anmanın zamanı da gelmiş demektir: “Takvimdeki Deniz”i yazan şiirin üstâdı Necip Fazıl’dır o tabi ki. Çocukluğumda ezberlediğim o ilk uzun metrajlı şiirini hiç unutmadım: “Hasreti denizlerin / Denizler kadar derin…. Ciğerimde bir yosun / Artık beni kim tutsun / Denizler oldu tasam … Kurşun yükünü gönlün / Tüy gibi hafiflettim / Denize hicret ettim”. Garibü-diyâr olduğunun bilincindeki her insan gibi ben de hasretini duyduğum sonsuzluk âlemine bir hicret olarak görüyorum; siz isterseniz: “Ölüm” demeye devam edebilirsiniz.