Atatürk’ün ölümünden sonra devletin başına cumhur reisi olarak geçen İsmet İnönü zamanında: “Şef” tabiri önceki devirden çok daha fazla revaçta olduğu bir dönem yaşadı. Dünya, yeni ve büyük bir savaşın eşiğindeyken artık, devletimizin başında: “Milli Şef”imiz vardır. Merhum Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi de bu yeni devirde zaman zaman: “Ebedî Şef” şeklinde gazetelerde geçmektedir. Bir ebedi şef vardı; onun yerini milli şef aldı.

6 Haziran 1939 tarihli: “Şef – Önder” başlıklı yazıda pek revaçta olan şef’lik yerine kendince bir başka öneride bulunmaktadır. Ona göre, şef tabiri doğru olmadığı gibi güzel de değildir. Devletin başındaki zâtlar için birtakım özel sıfat tamlamaları kullanılabilir. Ancak nitelemeler dilimize çok sonradan girmiş yabancı kelimelerle yapılmamalıdır; böyle bir şey şık da olmaz. İşte, şef kelimesi böylesi yakışıksız yabancı bir kelimedir. Kaldı ki şef tabiri ait olduğu lisanda bile hayli adi manalarda kullanılan bir klişedir. Ahçıbaşından banka memuruna, atölye ustasından çete reisine kadar hemen her yerde kullanılmaktadır. Onu ulularımıza tevcih eden bizler güzelleştirmeye çalışıyoruz da bu kelimenin aleladeliğini gidermiyor.

Yazar Necip Fazıl, şef yerine ne dememiz, yazmamız gerektiği konusunda memleketin fikir sahibi aydınlarını düşünmeye, öneriler getirmeye davet ediyor. Kendisinin şimdilik ortaya attığı kelime: “Önder”dir. Bu kelime uydurma olmasına rağmen yine de şefe nispetle çok daha iyidir; en azından Türkçe’den türetilmiş bir yeni kelimedir. Necip Fazıl bu yazısını şöyle bağlamıştır: Milli Şef yerine, Önder İsmet İnönü! (diyelim).

Şefin yerine Önder önermesinden on gün sonraki yazısında yeni bir kelime bulmuştur. Bulduğu kelimeyi yazısına başlık olarak da atmıştır: “Ulusbaşı”. Yazar, bu konuya çalıştığı gazete Haber’in de ilgisini çekmiştir. Gazete bu konuda bir anket çalışması başlamıştır: “Milli Şef yerine sizce ne diyelim?” şeklinde bir soruyla okurlarının dikkatini çekmiştir.

Üstadın: “Ulusbaşı” yazısındaki görüşleri şu yöndedir: Şef kelimesinin yakışıksız kaldığı şeklindeki iddiasını yenileyerek sözüne başlamıştır. Gazete anketinin de gösterdiği üzere hemen herkes, bir millet rehberinin (Burada Cumhurreisi İnönü kast ediliyor) yabancı dilden bir kelimeyle (Şef gibi) sıfatlandırılmasını doğru bulmamaktadır: “Yâ ne diye analım?” sorusuna bu kez daha iddialı olarak Ulusbaşı kelimesiyle cevap vermektedir. Ona göre bu sıfat hem anlam, hem de ses anlamında en hoş kelimedir. Türk milletinin anlayış ve ifade ölçüsüne en uygun tabirdir: Ulusbaşı. Ulusbaşımız İsmet İnönü!

Tabi, insan doğal olarak sormadan edemiyor: Nasıl veya ne oldu da Necip Fazıl’ın çerçevesinde bu kadar yüce bir lider olan İnönü, sadece dört yıl sonra kötü birine dönüştü? Aslında1939’dan 43’e şef aynı şeftir. Ancak şâirimiz hayatında boyunca zikzaklı, tezatlarla dolu bir seyir takip etmiş ve daha da edecektir. Buna saf dinî duygularla bazıları: “Hidâyete erdi” diye kendini avutmaya devam edebilirler. Oysa yakından ve tarafsızca bakıldığında sık sık yazdığının tersini yazan, fikri ve politik savrulmalar içinde bocalayan biraz kararsız, biraz konjoktürel davranan birden çok Necip Fazıl görülecektir.

Hatasıyla, sevabıyla daha çok tartışma götürecek birisidir o. Fikrî cephesi bakımından kavgacı, ifrat – tefritçi aşırı dalgalanmalar yaşasa da onun bir bütün olarak kanaatimce en övgüye değer yanı arı – duru şiirleriyle Türkçeyi kullanma becerisidir. Şâir kimliğiyle çağdaş Türk şiirinin en önemli temsilcilerinden birisi olduğu şüphe götürmez.

Yazımızın sonunda onun Çile adlı şiir kitabını açıyor ve 1939’da – Tam da Çerçeve yazılar yazdığı yıldan – yazdığı iki dize ile sözümüzü bağlıyoruz:

Azdırma, rahat bırak içimdeki deliyi

Bana sorma, benim de bilmediğim gizliyi!

An olup bir garip duyguya varıyorum;

Ben bu sefil dünyada acep ne arıyorum?

DR.SALİH EROL