Ahmet Taştan'ın köşe yazısı

Kelime, dar bir anlamı ifade ederken kavram daha geniş anlamlar yumağıdır. Anlam, kelimenin ruhudur. O ruh ile hayata bakılır.  O kelime, dile pelesenk olur (dile dolanmak/devamlı tekrar edilmesi) O anlam ile bireyi ve toplumu sevk eder.

Kelimeler ve kavramlar, bir tohum gibi düşünülürse, onu anlamlandıran zihinler ya da fıtratlar da toprak gibi tahayyül edilebilir. Hatta iklimi de hesaba katmak lazım, yani ortamı.

Bir fikir, bir ideoloji, bir din... Her ne ise kendi insanının zihin yapısını, kendi kavramlarıyla inşa eder.  Bu da nasıl bir dünya istediğinin sınırlarını belirler. Çünkü kelimelerle inşa edilmiş zihinler, toplumu; toplumlar da yaşadıkları toplum biçimini oluştururlar.

Buraya kadar her şey doğrusal bir çıkarsama ile mantıklıdır.  Fakat tek din ve tek ideoloji oluşmuş değil de karışmış topluluklarda kendi kültürel kavramlarıyla şekillenmiş akıllar, diğer kültürlere nasıl bakacak? Onlara nasıl muamele edeceklerdir? Bu yorumu hangi kültürel kodlar ile belirleyecek? Bunun ölçüsü ne olacaktır? İşte bunlar büyük sorulardır.

İslam’ın kavramları ile inşa edilmiş zihinler/ gönüller, kabul edilse de edilmese de ölçüsünü bilirler.  Çünkü ilahi bir din olan İslam, bütün insanların Rabbi tarafından indirilmiştir. “Yaratan hiç bilmez mi?” buyurur. Kime, nasıl davranacağını bile açıklamış, hiç kimseyi yok saymamıştır.

“Ey kafirler” hitabıyla inanmayanları muhatap kabul etmiştir.

“(Ey peygamber) Senin yanına gelip dinlemek isterlerse (o müşriklere) izin ver.” ifadesi de meraklı inançsızlar için aynı ciddiyetle muhatap alınmıştır.

Bu terbiye ile yetişmiş yüce gönüllü Yunus Emre: “Yaratılanı sevdim, yaratandan ötürü” diyerek en büyük dayanağı açıklamıştır.

İdeolojileri, dinleri bir bilgin, bir filozof, bir teolog diyaloglar tarafından belirlenmiş olanlar ne yapacak öyle bir günde? Herkesi düşman mı görecek ya da herkesi hoşgörü kavramı ile bir noktada mı donduracak değişken dünya şartlarında?

Hocam, haram, küfür, günah, sevap gibi kavramlarla biçimlenmiş kültürel zihni yapılar, aynı eylemi yapan insanı nereye koyacaklar? Günah işleyeni, günahkar; inkar edeni, kafir bilenler, bunlardan hiç haberi olmayanları veya bu kavramların zihninde bir karşılığı bulunmayan günümüz gençliğini nasıl anlayacaklar.

İlkokul çocuğuna harfleri yeni öğretir gibi zihinlerde, yeni kodlar oluşturmalı belki de...

“Bak ben bunu yapınca günaha giriyorum”, “şunu söyleyince dinden çıkıyorsun” gibi bilgilendirdikten sonra bir nebze, tarzanca konuşanların anlaşabildiği kadar, anlaşabilirler.

Telefonunun şarjı bittiğinde kendini ölmüş gibi zannedenlere “kabir yalnızlığı” kıyaslayarak anlatılabilir belki de.

Tuttuğu takımı bırakıp nefret ettiği takımın renklerine hayran olmayı kavradığında, atalarının dinini bırakmasının ne anlama geldiğini anlamış olur belki.

Bir yola çıkan, yol boyunca menzile varana kadar neler göreceğini bilmese de o istikametteki her yolcunun gördüğünü görecektir doğal olarak.

İman ekmek, bir yola çıkmaktır. Menzil ise bir ömrü gücün yettiğince iman ışığında, İslam kurallarıyla aydınlatmak/biçimlendirmektir.

Tüm kelime ve kavramlarını bilerek, düşünce ve duygularıyla İslam dairesinde bulunmak mümkün değildir hemen. Lakin bazılarının uzun uzun kitap okumaları ile elde ettiği bilgi ve tecrübeyi bazıları bir anda, bir kelimeyle de hissedebilir.

Mesela cimrilikten kaçıp cömertliğe ulaşanlar, savurgan olmazlar ise isâr (başkalarını kendine tercih etmek) mertebesine çıkarlar.

Korkaklıktan vazgeçip cesaret gösterenler, gözükara olmazlarsa iyi olur.

Sonuç olarak kavramlar zihin haritalarının sınırlarını belirler. O sınırları bilmeden o ülkenin içine/derunûna vakıf olamayız ve’s-selam.