Özer Yılmaz'ın köşe yazısı
Uzun soluklu bir mücadele sonucunda seçimler yapıldı ve milletimizin teveccühü ile Cumhurbaşkanımız yeniden seçildi. Cumhurbaşkanımız yeminini edip fezlekesini aldıktan yaklaşık sekiz saat sonra 28. Hükümette görev alacak bakanları açıkladı. Cumhurbaşkanı yeminin üzerinden 24 saat bile geçmeden hükümetin çok hızlı bir şekilde kurulması Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bir avantajı olduğu kabul edilmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, hükümetin kurulması ve ülkemizin koalisyonlara mahkûm olmaması çok önemli tarihi bir fırsat. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde ülkenin koalisyonlara mahkûm olmaması nasıl bir avantaj ise cumhurbaşkanının partili olması ise bir handikap. Mevzuat gereği cumhurbaşkanı yalnızca bir partiye mensup olanların değil bütün Türk Milletinin temsilcisi. Malum bazı muhalif kesimler Cumhurbaşkanlığı makamını ifade etmek istediklerinde parti başkanlığıyla birlikte ifade etmekteler. Bunu böyle yapmakla cumhurbaşkanı sanki sadece o partiye mensup olanların cumhurbaşkanıymış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu amaçla partili cumhurbaşkanı Türk Milletinin çok benimsediği bir yönetim anlayışı olarak karşımızda durmuyor, sisteminin revize edilmesi gerektiği anlaşılıyor.
28. Hükümetin bakanlarının öz geçmişi incelendiğinde, bütün bakanların siyasi geçmişleri, göz doldurucu mahiyette. Bakanların siyasi öz geçmişlerinin yanında teknokratlık yanları da ağır basıyor. Bakanların atandıkları makamlarıyla ilgili teknokrat olmaları bakanlığın çalışmalarının sorunların çözümüne yönelik daha işlevsel olacağı insanın aklına geliyor, umarım yanılmayız.
İşimiz gücümüz eğitim olduğundan, doğal olarak Milli Eğitim bakanına özel bir parantez açmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Eski Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, yeni Milli Eğitim Bakanı olan Yusuf Tekin, Müsteşarlık döneminde insan kaynakları bakımından iyi bir sınav vermediğini değerlendirenlerdenim. Birçok okul müdürü ve yöneticinin o dönem ya okul müdürlükleri ya da yöneticilikleri ellerinden alındı ya da rotasyon adı altında görev yerlerinden edildiler. Bu bakımdan Yusuf TEKİN’in, insan kaynakları karnesinin iç açıcı olmadığını düşünüyorum. O dönem özellikle adamı olan ya da tanıdığı olanlar işlerini yaptırdılar, rotasyona tabi olmadılar, mevzuatı bir şekilde arkadan dolanarak geçici görevlendirmelerle yerlerinde kaldılar. Sahipsiz, kimsesiz, gariplere ise mevzuat uygulandı ve birçok yönetici mağdur edildi. Bunun dışında ilk kez öğretmen olarak alınacaklara uygulanan mülakat sisteminde de birçok insanın mağdur edildiğini ve birçok insanın hakkının yenildiğini düşünenlerdenim. Umarım bu dönem siyasi hezeyanlara kapılarak sadece bir siyasi odağın bakanı olmaz. Beklentimiz milli eğitim camiasında çalışan bütün paydaşların bakanı olabilmesini sağlamasına yöneliktir.
Milli Eğitimin sadece insan kaynakları sorunu yok, çözülmesi gereken birçok sorun var ama acilen çözülmesi gereken bazı sorunları ifade etmenin uygun olacağını düşünmekteyim. Örgün eğitime devam etmek isteyen öğrenci sayısında ciddi bir düşüş gözlemlemekteyim. Bunun en önemli nedenlerinden birinin açık öğretim sistemi sınavlarının çevrimiçi ve sınav sisteminin kopya çekmeye uygun olduğundan kaynaklandığını değerlendirmekteyim. Açık öğretim sisteminin yaygınlaşması örgün eğitim sitemi içinde bulunması gereken öğrenci sayısını ciddi oranda etkilemektedir. Hele hele bazı odak noktaları var ki özellikle okulların gereksizliğini savunacak kadar öngörüsüz ve sözüm ona reformist olarak kendilerini lanse etmektedirler. Örgün eğitim ile açık öğretimin aynı kefede değerlendirilmesi hiç de adil olmayan bir yaklaşım. Örgün eğitimin gerek akademik, gerek sosyolojik, gerek psikolojik yönden bireylerin gelişiminde çok önemli katkıları bulunmakta. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu paradigması doğrultusunda, bütün bunlar stratejik bir plan çerçevesinde yeni Milli Eğitim Bakanı tarafından umarım değerlendirilir.