1.Yemin olsun: Tan vaktine,

2.On geceye,

3.‘Çift’e ve ‘tek’e,

4.Geçmekte olan geceye ki

5.Akıl sahibi için bun(lar)da bir yemin var değil mi?

Umuyorum ki diğer kutsal kitapları da okuyan kişiler şu dediğimi tasdikleyeceklerdir, ben Kur’an’ın üslubunun kutsal kitaplar arasında en diyalektik ve en mücadeleci üslup olarak anlamışımdır hep. Tırnaklarıyla hakikati toprak altından çıkarıp yayan; yalan söyleyenin, adaletsizin ve zalimin karşısında mütemadiyen organize bir mücadele yürüten bir üslubu vardır Kur’an’ın. Bu aydınlanmacı ve mücadeleci üslup Kur’an’ın bütününe yayılmıştır; ancak Fecr Suresinde bütün hatlarıyla görüldüğünü hissettim.

Bu beş ayette esasen iki tema bizi karşılar; gece ve tan-alacakaranlık vakti. Burada dikkat çekilmesi gereken ilk husus, bu alacakaranlık vaktinin ne bütünüyle karanlık ne de bütünüyle aydınlık olma hadisesidir. Mehmet Okuyan önde olmak üzere birkaç teoloğunda ortaya koyduğu üzere, buradaki gece kavramı Ramazan’ın son on gecesindeki kadir gecesine, böylelikle de Kur’an’ın indirilmeye başlanmasına dair bir metafor olarak görülebilir. Kur’an inmeden önceki dünyanın karanlıkla yani cahillikle ilişkilendirilmesinin yanı sıra Kur’an’da insanı bu cahillikten ve karanlıktan kurtaran bir güneş olarak bizi karşılar. Fecr Suresinin bu ilk beş ayeti de bize aslında Kur’an’ın en temel misyonlarından birisini ortaya koyar.

Kur’an’la beraber bu dünya geceden çıkmaya ve alacakaranlık çökmeye başlamıştır. İlk uyarıma geri dönecek olursak, etrafta halen bir güneş yoktur. Kur’an’ın ışığı dünyaya gelmesine rağmen, yani vahyolunmaya başlanmasına rağmen, neden bütünüyle aydınlık yoktur? Aslında Kur’an, inananını bu ayetle beraber alacakaranlık vaktinin tam ortasında bırakır. İnananın bir yanında bütünüyle karanlık varken bir yanında da bütünüyle aydınlık vardır. Gece geçiyordur ama ne gece “geçmiştir” ne de gündüz “gelmiştir”.

Ardından surede geçmişte yok olmuş uygarlıklar anlatılır, ardından ise ahiret günü. Hem o karanlık vakitler hem de artık ahiret günü yani herkesin hakkını göreceği o aydınlık vakti gelmiştir. Kur’an’ı okuyan kimsede işte tam alacakaranlığın altında, dünyadadır. Peki, bu bizi nereye sevk eder?

İnanıyorum ki, sırf Kur’an indi diye dünyada kötülükler yok olmadı olmayacak; biz namaz kılıyoruz yahut Kur’an okuyoruz diye dünyada yetim hakkı yenmiyor ya da mazlumlar ölmüyor da değil. Yani, ortalıkta geçmekte olan bir gece biz istemezsek yahut eyleme geçmezsek olmayacak. Aslında Kur’an, sadece insanın bu gece karanlığını aydınlatması için kullanılacak bir meşaledir ancak kimimiz o meşaleyi sadece evimizin en görkemli yerine koyuyor kimimiz de amacı dışında, onu anlamadan “ilahımızmış” gibi koruyoruz. Ama hiç birimiz “Bu meşaleyle ne kast ediliyor olabilir?” demiyoruz.

Alacakaranlık bu anlamda bir mücadele mekânı, bir savaş alanıdır. Kimileri karanlığa gömülür kimileri ise aydınlığa ulaşır. Kur’an’da aydınlığa ulaşacakların rehberidir. Geceyi aydınlığa geçirecek olanlarda ancak biziz, biz insanlarız. Tan vaktinden çıkıp da geceyi toprak altına gömecek olan da gene bizleriz. Fecr Suresi de aslında bunun cevabını “inanmayan kimdir” sorusuyla vermektedir. İnanan, sınandığında Allah’a isyan etmeyendir; yetimi ağırlayan, yoksulu doyuran, mirası oburca yemeyen ve mala düşkün olmayandır. İşte bu kimseler ancak alacakaranlıktan geçip gerçekten de “geceyi geçirenlerden” olabilirler.

Bu inanan portresi belki de size çok basit geliyor ama tekrardan oturup düşünmeniz gerektiğine inanıyorum. Hepimizin birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye ettiğini, yetimi ve yoksulları ağırladığımızı ve mala-güce düşkün olmadığımızı düşünün. Ekonomik, politik ve sosyal bütün problemlerimiz aslında çözülecek.

Hegel’in de meşhur metaforu Minerva’nın Baykuşunda da aslında bu fikirler kendisini gösterir. Hegel ancak büyük tarihi olayların ardından felsefenin doğruya ve şeyin nasıl olması gerektiğine karar vereceğine inanmıştır. Bunun altında; deneyimin ve bilginin önemi yatar. Kur’an’da aslında bu iddiayı taşır. Kur’an; aslında insanlık tarihinin özündeki yatan olguları ve hataları okuruna anlatarak, ona gerekli erdemleri aşılayarak onu tan vaktine sürükler. Kur’an’ı okuyan, geçmişteki ve gelecekteki bütün meselelerle ve inanlarla gönülden bir bağ kurar. Bu yüzden o diğerlerinden farklı olarak aydınlığa ulaşabilir. Geçmişin deneyimi ve bilgisi artık Kur’an vasıtasıyla okuyandadır.

Kısaca özetlemek gerekirse: Kur’an’ı okuyan tan vaktindedir; yaşayan ise geceyi toprak altına gömmüştür.

 ALİ KURNAZ

Halil İnalcık Sosyal Bilimler Lisesi Öğrencisi