Kitabı Mukaddes’te Çıkış 6:09’da bir ayet var. Bu ayete göre: Musa, İsraillilere vahiy aldığı hakikatleri tebliğ ettikten sonra umutları kırık, aç ve ağır baskı altında olan İsrailliler onu dinlememişti. Bu, şu anlama geliyor: Sen, benim karnımı doyurmadan ben senin hakikatlerinle ilgilenmeyeceğim; benim konfor alanımı sağlamadıkça sana iman etmeyeceğim.
İsmet Özel, bir konferansında ramazan ve oruçtan bahsederken onu şöyle tanımlıyordu: “Biz, oruç ve ramazan ile imanımızın açlığa bağlı olmadığını ortaya koyuyoruz.”. Hz. Muhammed’in Kur’an Devriminde sosyal adalet tesisinin hedeflendiği açıktır ancak hiç kimse bu devrime katıldığında aç kalmaktan korkmuyordu aksine aç kalacaklarını ve ağır baskı altında kalacaklarını biliyorlardı (63-7). Bu insanlar, midelerinin ve konforlarının etkisinde değil; Kur’an tininin büyüleyiciliği ile hareket ediyorlardı. Hz. Musa’da İsraillilere kendilerini o kölelikten kurtaracak emirleri tebliğ etmişti ancak onu dinlememeyi tercih ettiler.
Bu ayetin Batı Felsefesinde sonuçları çok geniş oldu. Sanayi Devrimi, Kurtuluş Teolojisi ve Modern Devletler bu ayetlerin öncülüğünde kuruldu. Protestan Ahlakı da bu şekilde biçimlendi. Devletler ve uluslar, manevi gelişimin ilk koşulu olarak iktisadi gerekçeleri ortaya koymuş oldu. İlk bakışta oldukça mantıklı duran bu önerme zamanla korkunç bir hale: Pozitivizme, materyalizme ve böylelikle Cahiliye adetlerine dönüştü.
Çıkış 6:09, midesi için yaşayan ve ağır baskıyı yok etmek istemeyen İsraillilerin zihniyetini ortaya koymaktadır. Musa’nın emirleri sizce o İsraillileri esaret durumundan kurtarmayacak mıydı? Tabii ki de kurtaracaktı. Hz. Musa, bütün peygamberlerin yaptığı gibi kavmine tiranlara nasıl karşı koyabileceklerini ve Allah’ın her kulunu biricik ve eşit yarattığını anlatmıştı ancak İsrailliler bunu anlamayı reddetmiş gibi duruyorlar.
Hz. Muhammed, bize midemiz ve hazlarımız için yaşamamayı öğretti. İnsanın kalbini bir devrim ateşiyle doldurmasının kıymetini ve zalimin karşısında durmanın tinini bizlere öğretti. Ezilen kendisinden olmasa dahi ezilenler için çölün kızgın kumlarında göğsüne taş koydurmaya gönüllü adamlardı sahabeler. Bir çıkarları hatta mazlumlarla akrabalıkları olmasa dahi hakikatin kendisine doğru koştular. Ekonomik tecrit altında yaşasalar bile iman ettiler zira cepleri ve mideleri için iman etmediler.
Peki, Hz. İbrahim neden putları yıktı? Yıkmasının altında hiçbir rasyonel sebep yoktu bakıldığında. Baltayı eline almak tabiri caizse icat çıkarmaktır. Konfor alanından, statünden ve bütün geleceğinden vazgeçmek demektir. Ancak Hz. İbrahim; yalanlardan, beşeri ilahlardan ve aklını kullanmayanlardan bıktığı için eline baltayı aldı. Aç olduğu yahut ezildiği için baltayı eline almadı, Akif Ersoy’un deyimiyle hakkı tutup kaldırmak için baltayı eline aldı.
Böylelikle anlıyoruz ki: Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği İslâm tininin içinde iktisadi gereklilikler yoktur. Para, haz ve tokluk İslâm için olmazsa olmaz değerler değildir şayet olsaydı bütün bir ümmet koca bir ay boyunca oruç tutmazdı. Ancak 20. Yüzyıl Türkiye’sinde işlerin çok farklı ilerlediğini kabul etmeliyiz.
Sayın Fırat Mollaer Hocanın eserlerinde daha detaylı işlediği tekno-muhafazakarlık yani kapital muhafazakarlık ailelerimize kadar girdi. Onun da bu bağlamda sıklıkta vurguladığı ve literatüre soktuğu Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinden bir alıntı ortaya çıkıyor: “İki minareye bir fabrika bacası.”
Necip Fazıl’ın bu sözü, 2000 sonrası Türkiye siyasetinin ana felsefesi oldu. Mahmut Hakkı Akın Hocanın da değindiği gibi Necip Fazıl’ın idealleştirdiği metropolisler ve böylelikle önünü açtığı tüketim toplumu Kısakürek’in öğrencileri tarafından hayata geçirildi; TOKİ’ler ve AVM’ler aramıza katıldı. Bugün ise Hz. Musa’nın vahyini dinlemeyen o biçare, karnı aç Yahudi kölelerin yerinde biz varız.
O kadar tıkınıyoruz ki bütün ruhumuzu kaybettik. Camilerimizin ve toplumlarımızın içine banka borçları, iktisadi meseleler ve sermayenin ruhu sudûr etti. Bugün toplumda bizlere onlarca akademisyen, yazar, öğretmen ve hakkın dostları doğruları tebliğ etmeye çalışıyor. Hangimiz onlara kulak asıyoruz? Hiç birimiz. Biz de köleyiz ancak bu sefer karnımız aç değil gönlümüz aç.
Ruhumuz ve peşinden gittiğimiz bir ideal yok. Muhtemelen o Yahudi kölelerde fakirlikten şikâyet ediyordu ancak onlara çözüm getiren Hz. Musa’yı dinlemediler bile. İşte bu, Siyonizmin zihniyetidir. Durmadan tüketen, ruhu yok eden ve tek derdi midesi olan zihniyettir. Bugün Siyonist İsrail’i boykot mu etmek istiyorsunuz? Her şeyden çok daha güzel bir yol öne sürüyorum: Yeni fikirlerden korkmayın ve baltayı elinize alın.
ALİ KURNAZ