Ülkemizde ve haberlerimizde çok konuşulmadı ancak 2024’ün yazında Bangladeş’te müthiş bir mücadele verildi. Eylemlere katılanların çoğu kişinin 16-25 yaş dolaylarında olması hasebiyle Batı Medyasında “Z Kuşağının Devrimi” olarak da anıldı bu hareket. Polis ve iktidar şiddetinin en aleni örneklerinden gördük Bangladeş’te. Peki, bu harekette devrimler tarihi için ne görmeliyiz? Bunun için de Bangladeşli gençlerin neden isyan ettiğini öğrenmeliyiz.
Esasen Bangladeşli gençler hükümetlerinin memuriyet kotasına karşı geniş çapta bir eylem başlattılar. Bangladeş’te memur kontenjanlarının takriben %35’i yasalarca tanımlanmış özel bir zümreye tabii idi. Bu özel zümre, Bangladeş’in kurtuluşunda yer almış kişilerin (Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılmasına katkıda bulunmuş kişiler) yakınlarından ve akrabalarından oluşuyordu. Bangladeş gibi bir ülkede hayatınızı en doğru yoldan garantiye almanızın yolu, memuriyetten geçmektedir. Bangladeşli gençler, üniversite eğitimlerinin ardından yaşadığı işsizlik sorunlarından ötürü bu kotanın kaldırılmasını talep ettiler ve hükümetlerini provoke ettiler.
Dünyanın en uzun süre başbakanlık yapan liderlerinden olan Bangladeş Başkanı Şeyh Hasina, öğrencilerin taleplerini doğrudan karşılamak yerine ordu-polis işbirliği ile protestolara çok ciddi bir biçimde karşılık verdi. Protestocu gençler güçlendikçe hükümet daha sert karşılık veriyor, üniversiteler tatil ediliyor, sosyal medyayı kapatılıyor ve gözaltı tutuklamalarını artıyordu. Yaklaşık üç ay süren protestolar sonucunda Şeyh Hasina, Hindistan’a kaçmak zorunda kaldı. Yeni bir hükümet kurulması kararına gidildi. Bu protestoların neticesinde: Bangladeş Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Bakanlığının verilerine göre bu isyanlarda toplam 871 protestocu vefat etti; 22.000 kişi takriben yaralandı ve 12.000’in üzerinde kişi tutuklandı.
Bangladeş’in devrimci öğrencileri ve halkı çok büyük bir iş başardılar. Artık polis devletine dönüşmüş, düşmesi imkânsız görülen bir başbakanı Hindistan’a sürgüne göndermeyi başardılar. Tiranın devrilmesinde emeği olan cesur Bangladeşlilere Allah’tan rahmet diliyorum. Umarım her şey bundan sonra onlar için çok daha müreffeh olur. Ancak bu devrim beni farklı bir biçimde düşünmeme sebebiyet verdi. Bundan sonra diyeceklerim Bangladeş örneğinden çıkacak, özel olarak şu yahut bu devrimine işaret etmeyeceğim.
Tarih boyunca ki bütün devrimleri düşününce hepsinin bir ortak noktasını fark ettim: Devrim yapanlar, karnı acıkmadan devrim yapmıyorlar. İnsanları meydanlara indirecek, ölümü göze alabilecekleri yegâne kurum olan devrim olgusunun en büyük hareket ettirici faktörü iktisadi gerçekliklerle ilintilidir.
“Roma Katoliklerinin ağır vergileri olmasaydı, Alman Katolik Lortlar Protestanlığa döner miydiler?” sorusunu burada sormamız gerekiyor. Luther’e destek çıkan insanlar şayet Papalıktan maddi destek alsalardı Luther’e gene de destek çıkarlar mıydı? Öncü devrimcilerin peşinden gitmemiz için elbet bizimde mi mazlum olmamız gerekiyor?
Birilerinin ölmesi, haksızlığa uğraması yahut insan hakları ihlali olması gibi olgular dahi bizi devrime yöneltemiyor. “Bizden olmayan mazlumun bombalanması da kimin umurunda?” diyoruz ve kafamızı kumlara gömüyoruz. Bunlara ses çıkarmak için bütün dünyaca karnımızın bomboş olmasını bekliyoruz. Karnı tok olan, bir şekil de gerçeğe gözlerini kapatıyor ve “Beni ilgilendirmez!” diyebiliyor. Ayaklanmalarımız bile çifte standartlı, bizden olmayan için harekete geçmiyorsak harekete geçmenin ne anlamı kalır ki?
Fakat aradan çok güzel bir devrim sıyrılıyor: Hz. Muhammed’in öncülük ettiği Kur’an Devrimi! Hz. Muhammed’in karnı toktu, statüsü yerindeydi ve kentteki konumu oldukça prestijliydi. Ancak kentteki statüsünün kaybolacağından korkmadan sosyal adaletsizliklere ve haksızlıklara karşı mücadele etti. İşte bu yüzden Allah, Ali İmran 134. Ayette şöyle buyuruyor: “Onlar, bollukta da darlıkta da infak ederler. Öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah muhsin olanları sever.”
Hz. Muhammed’in devriminde zulmün kimden geldiği yahut kimi vurduğu önemli değildir. Önemli olan, bu zulmün derhal durdurulmasıdır. Burada Rachel Corrie’nin sözünü anımsıyorum: “Zulüm bizdense, ben bizden değilim”. Hz. Muhammed ve yoldaşları da bu düstura uygun hareket etmişlerdir. Onların çifte standartları yoktu, harekete geçmek için felaketin kendilerine gelmesini beklemediler.
Peygamberimizin ayaklanması için acı çeken bir kişinin/zümrenin bile olması yeterliydi. Peygamberimizin hareketine katılanlar biliyordu ki bu harekete katılmanın maddi hiç bir getirisi yoktu. Aksine devrim süresince aç kalacaklarını biliyorlardı ancak hareketten geri durmadılar. İşte biz bugün böyle devrimlere ihtiyaç duyuyoruz. O erdemli insanların, bizim gibi enflasyon oranlarına ve vergi zamlarına ihtiyaçları yoktu. Hakikate ihtiyaçları vardı. Kur’an bunu onlara verdi.
ALİ KURNAZ