Recep Akakuş yazdı

1299 yılında İnegöl, Turgut Alp eliyle fetih edildikten sonra Orhan Gâzî’nin vefat yılı olan 1361 yılına kadar İnegöl coğrafyasına Osman Bey’in oğlu Pazarlu Bey’in, diğer oğlu Çoban Bey’in ve Turgut Alp’in oğlu İlyas Bey’in gölgesi düşmüştür.

Diğer yandan,başta Turgut Alp olmak üzere Orhan Gâzî, “Bâbî geleneği”ne yakın ilgi duyduğundan Geyikli Baba ile yakın temas içinde bulunmuşlardır.

Bu arada Bursa Darphânesi için ihtiyaç duyulan odun toplama ve Bursa’ya sevketme imtiyaz ve ayrıcalığı da “Turguteli” yöresinde iskân olunmuş olan Turgut Alp’in aşîretine tanınmıştır. “Hüdâvendigâr Livası Tahrîr Defterleri” ve “Bursa Kütüğü” gibi kaynak eserlerde bunun değişik biçimde yansımaları görülmektedir.

Hüdâvendigâr Sultan I. Murat (1361-1389) hükümdar olunca kendisi, bizzat Ahî reisliğini üstlendiği için İnegöl coğrafyasına “Ahî geleneği”nin de gölgesi düşmüştür. Çünkü Aksungur/ Sungur Paşa eliyle Ankara Ahîleri Osmanlı yönetimine bağlandıktan sonra Hacı Bayrâm-ı Velî halifelerinden “Akbıyık Sultan” lakabı ile şöhret bulan Ahmed Şemseddin Efendi, Sultan I. Murad tarafından Bursa’ya davet olunmuştur.

Eskişehir yöresinde yaşayan “Ahî geleneği”ne bağlı bir kısım topluluklar da İnegöl coğrafyasında “Cebel-i Ermeniye” veya “Cebel-i Kırş” diye isimlendirilen dağlık bölgede iskân edilmişlerdir ki daha sonraki yıllarda bu dağlık bölge, “Ahî dağı” olarak anılacaktır. Hüdâvendigâr Sultan I. Murat (1361-13899) tarafından yapılan davet üzerine Bursa’ya gelen Akbıyık Sultan‘a, bu yörede mülk olarak geniş bir arazi tahsis olunmuştur. O da mülk olarak kendisine tahsis olunan bu arazi üzerinde “vakıf statüsü” içinde bir tekke ve bir zaviye inşâ ettirerek “Ahî geleneği” üzere irşat hizmeti sunulmasına vesile olmuştur. Sultan II. Murad (1420-1451) tarafından da bu vakıf tesislerine köy ve mezraa tahsis edildiği görülmektedir . Bu sebepten Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna beşik olan İnegöl coğrafyasına bu dönemde hem “Bâbî” ve hem de “Ahî” geleneğinin kokusu sinmiştir.

Yine bu dönemde İnegöl coğrafyası üzerinde Bursa Bey Sarayı genel sekreteri Kızıl Murad oğlu Aksungur ile saray çavuşlarından Dura Çavuş’un, Ahmet ve Hüseyin çavuşların da gölgesi düşmüştür. Yıldırım Beyazıt (1389-1402) devrine gelince Yıldırım Beyazıt’ın davetiyle Amasya’dan Bursa’ya gelen Ali Yârî, “Bâbî” ve “Ahî” geleneklerini, Bursa Hisarı’nın duvarına bitişik olarak kurulan Kâzerûnî Dergâhı’nda İshâk-ı Kâzerûnî Tarîkat geleneği ile buluşturmuştur.

Elde edilen tasavvufî sentez, 1396 yılında kazanılan Niğbolu Zaferi’nin nişanesi olmak üzere Yıldırım Beyazıt tarafından inşâ ettirilerek halkın hizmetine sunulmuş olan Bursa Ulu Cami Külliyesi’nde görev üstlenmiş olan Molla Fenârî, İmam Muhammed elCezerî, Süleyman Çelebi, Hamîdüddîni Aksarayî ve Emîr Sultan Muhammed el-Buhârî tarafından temsil edilen, “Bilim ve Hizmet Akademisi”nin önüne değerlendirilmek üzere konmuştur.

Osmanlı Devleti’nin manevî yapısı, işte bu külliyede ve bu atmosfer içinde oluşturulmuştur . Birinci Kosova Savaşı kazanıldıktan sonra uğradığı bir sû-i kast sonucu şehit düşen babası Sultan I. Murad’ın yerine ordu komutanlarının ortak kararı ile 1389’da hükümdar olan Yıldırım Beyazıt, Bursa’ya dönünce, savaşta başarı gösteren beylerini ve askerlerini yukarıda işaret edildiği üzere ; ödüllendirmiştir. Bu cümleden olmak üzere savaşa iştirak etmek üzere Amasya’dan Kosova’ya getirmiş olduğu Amasya’nın seçkin ailelerine mensup olan Sungurzâdelerden Yahşî Bey’e, İnegöl coğrafyasında yer alan “Çoban karyesi”ni dirlik olarak verirken yine Amasya’nın seçkin aileleri arasında yer alan Şadgeldi ailesine mensup Îsâ Bey’e de –kendi ismine izafeten- “Îsâören” adı verilmiş olan mücâvir köy, dirlik olarak verilmiştir.

Yıldırım Beyazıt (1389-1402) döneminden itibaren Osmanlı devleti’nin son dönemine kadar tüm tarihî süreç içinde -önceki bölümlerde görüldüğü üzere - bu iki aileye nispet olunan kişilerin ,İnegöl coğrafyasında daima derin ve de geniş etkileri olmuşt