Benim biricik kızım sizin hafta sonu yapmış olduğunuz sohbet halkasına katılmış ve akşam dinlediklerinden bahsetti sofrada. Bu tür muhabbetler sadece ona değil bizlere de ışık tutuyor. Bu konuda size çok teşekkür ediyoruz.
Bu cuma hutbesinde aynı konuyla alakalı bir hadis-i şerif okumuştu Hoca Efendi. Akşam olup da eve vardığımda çocuklarımla paylaşacaktım. Kızım benden önce anlatınca çok tatlı bir muhabbet ortamı oluştu.
Salih amellerden bahsetmişsiniz. Bir amelin salih olması için öncelikle iman etmek gerektiğini vurgulamanız benim de gönül dünyamı zenginleştirdi. Açık söyleyeyim bu tarafını düşünmemiştim.
“İman ettik deyip bırakılmayacağımızı” ifade eden Ankebut Suresindeki ikinci ayet-i kerime bize bir imtihandan bahsediyor. Bu ayetten salih ameller yapmak ve başımıza gelecek felaketlere sabretmemiz konusunda bizi uyardığını öğrenmiştim. İnsanın ruhunu ve bedenini bütünleyen bir inancın sahipleri olmamız bizi çok karakterli yani şahsiyetli birer insan yapmaya yeter.
Kızım sözümü keserek: “Baba salih amel yapmak kadar bu yapılan salih amelleri de korumak gerekirmiş. Kazandığın para kadar, onu nereye harcayacağın ve nasıl muhafaza edeceğin gibi önemli bir meseleymiş. Salih amel yaptıktan sonra onları koruyamaz kul hakkına girersek, başkalarının dedikodusunu yaparsak... Yarın ahirette yaptığımız bu amellerin mükafatını bulamazmışız.”
Tam burada annesi söze karıştı hemen: “Müflis kimdir?” sorusunu içeren hadis geldi aklıma deyince sohbetin hararetini hisseden kızım; “Ha evet anne ondan da bahsetti Ahmet Hoca. Peygamber Efendimiz (sav) o soruyu sormuş sahabeye. Onlar da ticaretini batıran, dükkanını kapatan, alışverişinde ziyan eden kişidir müflis, gibi cevaplar verince Peygamber Efendimiz (sav) de ahiretteki müflisin kim olduğunu anlatarak kavramı çok farklı bir boyutta ele almış. Yani ahiretteki müflis, işte bu salih amellerini koruyamayıp sevaplarını kaybeden insan imiş. “Birçok sevabım var, diye güvenip ahirette bunları kaybetmek” ne acı bir şey! Yani düşünsene baba! Marketten, bir şey alıyorsun kasaya gelince elini cebine atıyorsun, paran yok. Orada bile rezil oluyorsun ya. Ahirette rezil değil mahvolur insan.”
“Evet, kızım” dedim, dikkat etmemiz lazım. Müslümanlık ince bir yol. Dikkat istiyor, sürekli uyanık olmak gerekiyor. Haramlardan sakınmak, ateşe dokunmak kadar insanı tedirgin etmeli.
“Ha bak ! Ahmet Hoca onu da söyledi. Önemli olan haramlardan sakınmaktır ki farzları yapmaktan öncedir, dedi. Ama baba dinimizin çok güzel bir özelliği daha varmış. Her insan ölünce amel defteri kapanırmış. Şu üç insanın amel defteri kapanmazmış: sadakayı cariye yapanlar. Yani insanların istifade edeceği yol, çeşme ve benzeri hayırlar yapanlar, bir; geride kalan insanların istifade edeceği bir ilim bırakanlar, kitap yazanlar, iki; Salih evlat yetiştirenler de üç...
Düşünsene baba benim yaptığım her hayırdan sizlere de fayda var. Ve sizin yaptığınız her güzellikten dedeme nineme diğer aile büyüklerine de fayda sağlayacak. Bu hadis-i şerif bize hayırlı işler yapmayı, ilim sahibi olmayı ve büyüklerimizin öğrettiği dini bilgileri hayatımıza tatbik etmeyi salık veriyor. Bu şey mirasa benziyor. Büyüklerin mirasından pay düşer gibi, malımız artar.
Evet kızım, dedim gerçekten senin öğrendiğin bu güzel ilimler sayesinde biz de memnun ve mutlu oluyoruz dünyadayken. İnşallah ahirette de bize manen yardım eder. Ablasına böyle bir özen gösterdiğimizi gören ufaklık: “Ama ben de büyüyünce böyle sohbetlere gitmek istiyorum. Sonra da bu sofra muhabbetine katılacağım.” deyince hepimizi bir gülme tuttu.
AHMET TAŞTAN