Kendimize yalancı baharlar üretmiyoruz ki gerçeğin acı tokadı yüzümüze çalınmasın.

Çalışmak ve umut var olmak artık daha heyecanlı bir hale geldiğini hissetmek istiyoruz.  Düğün, bayram gününde yas tutmanın bir anlamı yoktur. Sevincini vaktinde yaşayamayan yersiz  endişenin kurbanı olur.

 Kafanda, ya hep kötü ya da hep iyi şartları kesin çizgilerle belirlemek insanı zorlar, boşa düşürür bazen.

“Bu kafirler her şeyi ele geçirmişler, Müslümanlar bir şey yapamazlar,” gibi saçma bir düşünceye saplanmamak lazımdır. Çünkü 200 yıldır çalışan zalimler, Osmanlı gibi koca bir devin sırtını yere getirdi. Bu bile gözler önündeki acı ibrettir.

“Allah çalışana karşılığını vereceğini” beyan ettikten sonra “Allah'tan ümit kesmenin de kafirlere ait bir vasıf olduğunu” söyler.

Bir hadiste, insan “yalan” söyleye söyleye Allah katında yalancılardan yazılır. İnsan “doğru” söyleye söyleye Allah katında da doğrulardan yazılır buyurur ya işte onun gibi. Bakın hadis-i şerif şöyle “Şüphesiz (sözde ve işte) doğruluk iyiliğe götürür, iyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında çok doğru kişi diye yazılır.”

Yalancılık da insanı kötülüklere, kötülükler de cehenneme götürür ki kişi yalan söyleye söyleye Allah katında çok yalancı diye yazılır” (Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 10) (Kimseye yalancı demiyoruz. Burada bir eylemin tekrarından sonra ne olacağına, onu nasıl etkileyeceğine işaret etmek istiyoruz)

Dolayısıyla kendimizi bir duygunun esiri yapmamalıyız. Ne devamlı karamsar olmalı ne de devamlı polyannacılık oynamalıyız. İşlerimizi ilim, hikmet, basiret çerçevesinde görmeli ve icra etmeliyiz.

Yakın çevremizin yorumları, bazen de başka sebepler vesilesi ile kanaatlerimizi de şekillendiriyor. O yüzden mümkünse her sözü dinlemeli ve en doğrusuna tabi olmalıyız.

Çekilen bunca acılar, yapılan yardımlar, ortaya konulan büyük sabır, alemlerin rabbi olan Allah’ın rızasını kazanmak isteği, rıza-yı ilahiyi celbedecektir inşallah.

“Biz yaparsak en doğrusunu yaparız, bizim dışımızdakiler yaparsa vardır bir bit yeniği anlayışı” üstü kapalı da kibir kokma ihtimali vardır.

 Bir insanın benlikten kurtulmasının en güzel yolu “kardeşinin yaptığıyla” da seviniyor olmasıdır.

Kendi ülkesine güvenmeyen bir nesil yetişti bu ülkede yanlış algılama yöntemi ile... Hedef, işgal edilmiş topraklar, şehirler, kentler değildi sadece... İnsanların bilgi karmaşası ile yorulmuş beyinleriydi, gönülleriydi.

Bizden önceki kavimleri (Yahudi ve Hristiyanları) adım adım takip edecek, onlar bir fare deliğine girseler arkasından girmek isteyecek Müslümanlardan haber verdi Peygamberimiz (sav).

 Müminler yüreğindeki ihlas dolu imanına, azametli gayretlerini de eklediğinde dünya çiçek bahçesine  dönecektir.

“Zafer inananlarındır ve Zafer yakındır!” haykırışını en yüksek sesimizle duyurmalıyız. Önce ülkemizde yapılan güzellikler ve başarılarla sevinmeliyiz. Kendi ülkesinin şartlarını kötüleyen,  belki de gidip görmediği ülkeleri de hayaller dünyası gibi gören anlayışı artık kınamalıyız.

Kader-i ilahiden kavrayabildiğimiz kadarıyla hiçbir insana bir ömür dolusu mutluluk sunulmaz. Hiçbir insana da hayat boyu bela yazılmaz.

Dolayısıyla öyle görüp, öyle anlamak isteyenler için söyleyebileceğimiz tek şey; gözlerini biraz daha açıp gerçeği görmeleri, kulak verip dinledikleri insanlardan gönlünü hakikate döndürmesini bekleriz.

AHMET TAŞTAN