Ezeli ve ebedi olan Rabbimizden gayrı, her şeyin bir başlangıcı ve bir de sonu vardır, malumunuz. Bu hakikat, bizim en temel düşüncemizdir. Sonsuz kâinat boşluğunda bir misketten daha küçük yer kaplayan ve bizleri misafir eden dünya, büyük sona doğru hızla akıp gitmektedir.

Saniyelerle emekleyen zaman, saatlerle yürümeye başlar, günlerle hafif koşar ve yıllarla adeta su gibi akıp gider.

Günler, zincirin halkası gibi birbirine bağlıdır. Biz insanoğlu anlayalım diye zamana isim vermişiz. Saat, gün, yıl, yüz yıl vb. Yılın sonunda doğan gün, ertesinde bir daha doğacak ve sonra kesintisiz bir şekilde tekrar edecek. O zaman ismi “yeni gün” ya da “ilk gün” olacak.

Böyle zamanlarda insan, kendi isimlendirmesiyle bir takım duyguların girdabında yuvarlanıp duruyor. Mazi diye isimlendirdiği bu geçmişin bir muhasebesini/ hesabını yapmak; varsa eksiklerini tamamlamak istiyor. Lakin gelecek yılla ilgili  genellikle temennilerde kalan cılız isteklerin hiçbir hükmü olmuyor.

Zamanın sahibi olan Rabbimiz, kendi ilmi dairesinde hem kainatı hem de insanları “kıyamet günü” denilen ve kurulu tüm düzenleri başka bir düzene çevireceği vakte doğru hızla çekiyor. İnsan nasıl ki devlet gibi büyük yapılar karşısında kendini “rüzgarın önündeki yaprak gibi” hissediyorsa Allah'ın kaderi karşısında da yapabileceği pek bir şey yoktur. Kendisine bahşedilmiş akılla, vahyin izinde kaliteli bir hayat sürerek bu fani alemde, “ebedî” olanı kazanmaya yöneldiğinde “kurtuluşa” ermiş oluyor.

“Bu kupkuru yerde, yakınmadan gayri ne gördük.  Bu kupkuru yerde, ne gördük zulümden gayri."  Diyen Mevlana Celaleddin Rumi halimizi bir nebze anlatıyor.

Bir önceki yıldan başlayıp yüreğimizin ortasında harlayıp duran Gazze’deki zulüm ateşi devam ederken Şam’dan gelen müjdeli haberle serinledik bir nebze.

Acaba Rabbimiz bu “zafer günlerini müminlere mi çevirdi” diye bir beklenti oluştu yüreğimizde. İnancımız zaten vardıZ”zafer İslam'ın olacak” ama bunu görebilme ihtimali müminleri teselli etti. Müslüman alemini, zulüm ve baskılarla yok etmeye çalışan Siyonist İsrail’in ve yandaşlarının gebereceği vakte doğru daha fazla ilerlemesini niyaz ediyoruz.

Şu kupkuru yerde sevgi, muhabbet, aşk ve iman ile gönüller şâd olsun. Acılardan dolayı asık ve gerilmiş yüzler handan (gülsün) olsun. Takvimlerdeki rakamların bir fazlasıyla zikredileceği 365 gün bizlere sabır, hayır, mücadele ve cenneti getirsin inşallah.

Unutmayalım ki başlangıçta var olan sevinç, umut ve mutluluk sonlara yaklaşıldığında yerini endişeye, hüzne ve çaresizce bir telaşeye bırakıyor. Bir şeylerin eksikliğini hep hissediyoruz. Bir pişmanlık yüreğimizin köşesinde sessiz sedasız duruyor.

Muhasebe yapılacak günlerdeyiz her an. Bugünlerde icra edilmiş, niyetle kayıtlanmış tüm davranışlar, gaflet atmosferinde tekrarlanıp durmasın artık.  Bireysel olarak ifade edilen kazanımların ya da kayıpların yanında gönlü İslam coğrafyası kadar geniş olan Müslümanlar daha çok duada, daha çok gayrette olsun.

Bir zaferin ayak sesleri gittikçe yaklaşıyor acıların iniltilerin arasından. Yılın son günü, ömrün son günü, dünyanın son günü... Acaba hangisi önemli? Hoca Nasrettin “ben ölünce büyük kıyamet kopacak” dediği gibi. İnsan aklını kullanırsa “ne zaman öleceğini bilmediğinden her anını, her davranışını hesap verme şuuruyla yaşarsa” yıllık hesabını da otomatik olarak eksiksiz kapatabilir.

Yılın ilk gününde, zalimlere zulmünü haykırmak, mazlumlara ve direnenlere vicdanımızdan kopup geleni haykırmak için İstanbul'da olacağız inşallah. Edilen dualara hep birlikte amin diyeceğiz. Bir başlangıcın böyle olması, bizlere yeni doğan günün, yeni gelen yılın muştusunu verecektir. Rabbim “vaktin hakkını veren” kullarından eylesin cümlemizi.

AHMET TAŞTAN