Liseli genç kız, zihninin ortasına bırakılmış, sınıfta sadece kendisine verilmiş ödevini yapmak için masasına oturdu. Aralık kalmış tüllerden gökyüzündeki pamuk misali bulutları izledi bir müddet. Nereden başlayacağını henüz bilemiyordu. Sanki ilham perisini bekliyordu göklerden. Gelsin de ne yazacağını o fısıldıyıversin kulağına. Öylesine bekliyordu.
Bulutların arkasındaki derin mavilikten gelen giden yoktu. Canı sıkıldı. Edebiyatçı, niçin böyle bir ödevi tutuşturmuştu eline. Uzun zamandır, zorlamadığı beyninin kasları gerginleşmişti. Masanın üzerinde duran beyaz kağıdı, parmaklarının arasında gezdirdi ve sonra masaya bıraktı çarparcasına... Hep başkalarının hazırladığı videoları izlemekten, yabancı müzikleri dinlemekten atıl kalmış beyninin elinden gelen bir şey yoktu, kös kös oturmaktan başka. Arkadaşlarının gezip dolaştığı bu vakitlerde o, bu hikayeyi yazmanın daha doğrusu yazamamanın ıstırabını yaşıyordu.
Bugünkü edebiyat dersinde, hocası “bir eseri tam manasıyla anlamak için onun hangi dönemde yazıldığını ve yazarının hangi kültür dairesinde yetiştiğini bilmek gerekir” kuralına güncel bir örnek üzerinden açıklık getirirken sıranın üzerine koyduğu başını bir anda kaldırmıştı. “Ela, düşünsene sen bir yazarsın şimdi... (Ama senin evin yakınlarında bir Suriyeli var mı?) Hele bir de Suriyeli çok samimi bir arkadaşın olduğunu düşün.....
İtiraz edemedi Ela. Çünkü derslerden hafifçe kopmuş hissediyordu kendini. Ne söylese eksik olabileceğini düşünüyor hatta yapmaktan da çekiniyordu. Zor duyulabilen ses tonuyla “Bizim çevremizde Suriyeli yok!” dese de öğretmeni “hikaye bu ya, olması gerekmiyor; olmuş gibi düşün, hatta yanındaki Zeynep'i Suriyeli bir arkadaş olarak kabul et. Tanıdığın, bildiğin, muhabbetini yaptığın, iyiliksever bir kızcağız, senin akranın. Onun hangi şartlar altında Halep civarındaki köyünü bırakıp buraya göç etmek zorunda kaldığını kaç defa dinlemişsindir. O kadar yakınlaşmışsınız ki onun bazen Suriyeli olduğunu bile unutuyorsun. Sana büyük yardımları dokunmuş. Hatta bazı konularda yol gösterici olmuş...”
Ela bu tasvirleri çok fazla hayal edemedi. Ama değil mi ki varsayalım, öyle olsun denmişti içinden. Burası kolaylıkla tasarlanabilecek bir şeydi. Fakat çatışma unsuru olan nokta aklını biraz fazla zorlamıştı. Neymiş bu? Sınıftaki herkes, Suriyeliler hakkında olumsuz konuşuyormuş. “Niçin ülkemize geldiler? Bizim askerimiz onların vatanını korurken onlar burada rahat içinde yaşıyorlar! Hatta devletimiz onlara daha ayrıcalıklı davranıyor, kimi zaman da çok şımarıyorlar! Her yerde Suriyeli var, parklarda en çok onlar var...” gibi birçok eleştirisel cümle duyuyorsun.
Fakat çok sevdiğin Halepli arkadaşının hangi şartlar altında buraya geldiğini düşündü. "Kim ister kendi toprağını, malını, mülkünü bırakıp da zor şartlar altında gurbete gitmeyi. İnsan mecbur olmasa gelir mi? Bizim oradaki köyümüzde geniş topraklarımız, bereketli bahçelerimiz vardı. Okulum da çok yakındı birçok sevdiğim arkadaşım da birlikte hayaller kurardık. Biz Türkiye'yi de çok seviyoruz. Türkler, dünyadaki mazlum ve muhtaçlara nasıl yardımcı oluyorsa bize de çok yardımcı oldular, onlara duacıyız.” gibi cümleleri hatırlıyordu. Sınıfta Suriyeliler hakkında ileri geri konuşan arkadaşlarına itiraz etmeyi düşündü. En azından hepsinin aynı olmadığını aynı şartlar altında buraya gelmediklerini söyleyebilecekti. “Sen öyle zannet kardeşim, aslında öyle değil” diye bir itiraz cümlesi duymak da istemiyordu.
Şimdi hikayesini, Suriyeliler hakkında olumsuz düşünenlerin çoğuna hak verirken; bir kısmına itiraz eden bir kahraman kurgulaması gerekiyordu. Kendi çevresinde kötü bir olaya karışmayan, aksine insanlara yardım eden, güler yüzünü kimseden esirgemeyen Halepli komşularına isyan etmeyi düşünmenin yanlış olacağını düşünüyordu içinden.
Arkadaşlarının muhabbeti onu sıkıyordu. Teneffüste fırsat buldukça onlardan uzaklaşıyor, arkadaşlığına sadık kalmaya çalışıyordu. Ela, ne kadar kurmaca bir hikaye yazmaya çalışsa da gerçeklerin pençesinden kendini kurtaramıyordu. Gerçeklerden esinlenerek yazılmış eserler daha etkileyici olduğunu da biliyordu.
Açık pembe ojelerle renklendirdiği tırnaklarıyla boynundaki kolyelerle oynadı farkında olmadan. Sonra hikayesinin başlığını attı. SURİYELİ KARDEŞLERİMİZ...
AHMET TAŞTAN