Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı

Kostümler, dönemin özelliklerini andıracak şekilde, gelenek ve göreneklere uygun, Müslüman Türk’ün öz kültürünü yansıtır şekilde. Buhara halkının giyim tarzı... Basit görmüyorum kostümleri, küçümsemek de yanlış. Açık seçik kıyafetlerle müzik yapanlar, dizi çekenler, gençlere neyin reklamını yapıyor? Kıyafet en önemli unsur. İsterseniz, RTÜK ekranlarda yayınlanan dizilerdeki aktörlerin kıyafet ölçülerine bir sınırlama getirsin de gör bakalım önemli mi değil mi? Nasıl ayağa fırlar, itiraz ederler. Ne önemi var, denilen şeyler dejenerasyon için çok önemli bir unsur olarak görev yapar. 

Tarihî ve dinî şahsiyetleri konu alan filmler, mazimizi, kültürümüzü bize hatırlatırken kuru bilgiden çok geniş bir öğrenmeye itiyor. Bu şahsiyetlerin hayatı, tabii ki de kurgu ama hayal bir kurgu değil, gerçekler üzerine  oturtulmaya çalışan bir kurgu.

Senaryo yazarı, o dönemde bu insanlar neyi, nasıl yapmışlar düşüncesi ile araştırma sonrası yazıyor sanırım. Yoksa birçok cübbe, fistan, sarıkla ve biraz da isimle... Zaman da  eski zaman... Haydi oynayın, demiyorlardır herhalde.

Tabii, kaynak bir belgesel ya da kitap gibi düşünemeyiz. Lakin Süpermen’den Örümcek Adam’dan daha gerçekçi bir kurgu olduğunu kabul etmek gerekir.

“Atasını bilen gençlerin neler yapabileceğini hayal bile edemeyiz.”  İbn-i Sina gibi Avrupa’ya yıllarca tıp öğreten bir alimin çocukluğunu izlemek harika bir şey.

KOYU BEYAZ dizisini de bölüm bölüm izledim. Hem dini hem  komik hem de milli unsurları içeren gençlik dizisi mahiyetinde ama bir numara daha farklı.

Yanılmıyorsam İngiltere’ye gidip kolay okunur bir bölüm diye Türkoloji okumaya karar vermiş bir Türk gencidir Alper... Daha havaalanında mescit soran bir yaşlı amca ile karşılaşır. Havaalanı ile mescid-i bağdaştıramaz. Sonra Ferhan diye bir Pakistanlı arkadaşı ile aynı evde kalır. Ferhan’ın ailesi Pakistan’da Diriliş Ertuğrul’u seyreder.

Dininden, milletinden habersiz Alper, Türklerin aşağılandığını bile anlamaz. Derste Profesör hoca, ona tahtaya Türkçe olarak adını yaz.” deyince Alper, Latin harfleri ile yazar. “Türkçe yaz, dedik” der hoca. “6 yaşından beri böyle yazıyorum” diye cevap verir. Hoca sınıfa döner, “kim adını Türkçe yazmak ister” deyince sarışın güzel kız, adını Osmanlıca/Arap harfleriyle yazar. Bunu gören Alper hayretle; “Kur’an kursuna mı geldik!” diye söylenir.

Hemen iki gün sonra rektör, bunlar Müslüman diye mescit açar. Yani Alper ile Ferhan’a. Mescide  ayakkabı ile girmeye kalkarlar. Rektör ise “ayakkabı ile girilmez” diye uyarır.

Özel tuvaletler için verilen anahtarla çok sevinirler. Fakültede sadece ikisi için. Abdest bilmezler, kıble bilmezler... Bir belgesel çekimi için mescitte namaz kılması gerektiğinde YouTube’dan namaz kılan birinin videosunu önündeki çantaların arasına koyar. Kulaklığı takar ve adam tekbir aldığında onlar da Allahu Ekber, der fakat rukûya vardıklarında YouTube reklamı giriverir araya. Öylece kalakalırlar. Kendi dinine bu kadar yabancı kalan nesillerden biridir Alper.  Lakin kim bilir kaç bin tane Alper var aramızda.

Helal gıda bölümünden yemek almak zorunda kalırlar. vs. vs.

Daha nice trajikomik haller yaşarlar. Tam günümüzde dininden, milliyetinden habersiz  gençliğini anlatır sevecen, komik, acınası bir halde. 

Daha nice nice örnekler verebiliriz. Lakin TRT dizilerinin bize yeter olduğunu keşfetmişimdir. Kurgu ve senaryo her yanıyla biz bize yeter olmalıyız. Batıya hayranlık duyanlar ve batıyı yüceltme hastalığına yakalanmayanlar için yeter de artar.  Dinî yani İslamî açıdan elbette ki mükemmel değildir.  Toplumu ifade eden böylesi gelişmelere öncelikle yol vermek gerekir. Bu yaz, ismi gibi tabii de izleyerek öğrenmeye, eğlenmeye, düşünmeye hazır olalım ey insanlar.