Vedat Baykay'ın köşe yazısı
İslam medeniyetleri denince akla sadece Osmanlı gelmez daha evveline gidersek Selçuklularda yaptıkları işlerle adından söz ettirmiş, Anadolu’da hala daha günümüze kadar süren derin mimari izler bırakmışlardır. Osmanlı mimarisi ve Selçuklu mimarisi, Türk mimarlık tarihinde önemli bir yere sahiptir. Her ikisi de benzersiz mimari tarzlarını yansıtırken, farklı dönemlere ve kültürel miraslara dayanmaktadır. Bu yazıda ayrıca, Osmanlı mimarisi ile Selçuklu mimarisini karşılaştırmak ve farklılıklarını da irdelemek istiyorum.
Selçuklu mimarisi, Türk-İslam sanatı geleneğinin bir parçasıdır ve 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar uzanan bir dönemi kapsar. Selçuklu mimarisi, cami, medrese, saray, türbe ve köprü gibi yapıları içerir. Selçuklu mimarisinin en belirgin özellikleri arasında, geometrik desenler, sivri kemerler, kubbeler ve mozaikler yer alır. Selçuklu mimarisi, özellikle Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti olan Konya'da önemli bir gelişme göstermiştir.
Osmanlı mimarisi ise, 14. yüzyıldan itibaren İstanbul'un fethiyle birlikte başlamıştır ve 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. Osmanlı mimarisi, cami, saray, köprü, kervansaray, hamam ve çarşı gibi yapıları içerir. Osmanlı mimarisi, İslam mimarisinin özelliklerini taşırken, Türk kültürü ve mimari tarzının etkilerini de yansıtır. Osmanlı mimarisinin en belirgin özellikleri arasında, süsleme sanatı, simetri, açık avlular, kubbeler ve yüksek minareler yer alır.
Selçuklu mimarisi ve Osmanlı mimarisi arasındaki farklar, mimari tarzlarındaki farklılıkların yanı sıra işlevsel özelliklerinde de görülebilir. Selçuklu mimarisi genellikle toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmıştı ve medreseler, hanlar ve köprüler gibi yerlerde insanlar için bir toplanma alanı ve sığınak sağlamak üzere inşa edilmişti. Osmanlı mimarisi ise, genellikle sultanın ihtişamını yansıtmak üzere tasarlanmıştı ve camiler, saraylar ve köprüler gibi yerlerde estetik değeri ön planda tutularak inşa edilmiştir.
Ayrıca, Selçuklu mimarisinde geometrik desenler ve sivri kemerler önemli bir yer tutarken, Osmanlı mimarisinde süsleme sanatı ve simetri daha yaygındır.
Biz, şimdiki modern mimari ile başta Osmanlı ve Selçuklu olmak üzere diğer kadim uygarlıkların mimarilerini karşılaştırıp kıyas yapabilme şansına sahibiz.
Benim gözlemlediğim kadarıyla kadim uygarlıklar insanı, hayvanı ve tabiatın diğer tüm unsurlarını da dikkate alıp bir şehirleşme yolunu tutmuşken, modern şehrin atası sayılan Roma’nın izlerinden giden zamanın batılı tarz mimari anlayışı ise insanın konforuna ve kapitalist iştihasına odaklanmış ve diğer tüm unsurları hiçe sayarak bu uğurda yok etmiştir.
Yani yarı tanrı bir insan modeli üzerinden yürüttükleri bu çalışmaların zamanımızda nasıl bir bozulmayla sonuçlandığını daha net görebiliyoruz. Tanrılaştırılan insan, kendi egosunun şişkinliği ile inşa ettikleri sıkışık, nefes alamayan, gökyüzüne hasret ve toprak kokusunu unutmuş bir şehir modeliyle arz-ı endam etmektedir.
Eskiden tanrının yarattığı insanlar yaşarmış, daha sonra tanrısını yaratan insanlara şahid olduk, şimdilerde ise tanrılaşan insana ve yapıp ettiklerine şahit olmaktayız.
Allah bu delileşmenin bir an önce durdurulmasını ve özümüze dönmemizi nasip etsin.