Gençlik yıllarımda bir Nakşî dergâhının müdavimi idim. Şeyhimiz ehl-i beytten muhabbet ehli bir insandı. Sohbetlerinde Salih Baba, Kuddûsî Baba, Seyyid Nesimî ve Fuzûlî’den gazeller okuturdu. Şeyh Efendi'nin gazelhanlarından biriydim. Onun dergahında okuduğum bir mersiye vardı.

Gel ey kardaş gel gel ahvali söyle      

Kalmasın gönlümün vebali söyle

Kerbela’da olan her hali söyle                                            

Al kanlar içinde nazlı Hüseyn’im

Zülfü tel tel olmuş ol nazeninim                                   

Fadime’nin çektiği o emekler

Zalimler elinde kaldı a beyler

Karalar giyinmiş gökte melekler

Al kanlar içinde nazlı Hüseyn’im

Zülfü tel tel olmuş ol nazeninim   

Kadim edebiyatımız nesre değil, daha çok şiire bağlı olduğundan ehl-i beyt muhipleri sevgilerini, üzüntülerini, öfkelerini çoğunlukla mersiyelerle dile getirdiler. Fuzulî, Nailî, Rûhî, Neşatî, İzzet Molla, Leyla Hanım, Şeref Hanım gibi pek çok şairimiz Kerbela konulu mersiyeler yazdılar. Fuzulî’nin Hadikatü’s-Süeda’sı bu geleneğin en güzel örneğidir.

Dergâhlarda çok okunan ve Maktel-i Hüseyin diye adlandırılan bu mersiyeler klasik edebiyatta daha çok mesnevi, gazel, kaside, terkib-i bent nazım biçimlerinde yazıldı. Kerbelâ mersiyelerinde övgü, yas, dünyanın geçiciliği, feleğe sitem, dua ve beddua gibi bölümler bulunurdu.

Bu gelenek aşkını kaybettikten sonra cismini de ayakta tutamadı. Topraklarımız bu aşka erenlerin rûhunu, yaşadığını sanan ölülerle değil ölü sanılan türbelerle, yatırlarla taşıyor artık. Son elli yıldır kaybolmaya yüz tutan bu rûhun son kıvılcımları artık sadece kalbimizde parlıyor.

Bu yıl Muharrem ayına Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, Asım Köksal Hoca Efendi’nin İslam Tarihindeki Kerbela faslı ve Salih Suruç’un Hazret-i Fatıma kitaplarıyla girdik.

Merhum Asım Köksal Hoca Kadirî şeyhiydi. Allah ona rahmet etsin. Daha önce, İslam tarihinden sonra yazdığı özel Kerbela kitabını okumuştuk.

Bu matem ayını ehl-i beyt âşıklarından Zeki Baba ile Kadimî Baba, mersiyelerinde büyük bir hüzünle anlatıyor. Zeki Baba 19. asırda yaşamış bir Bektaşî şeyhidir. Rûh-ı nebi olan Ebu Turâb Ali el-Murtazâ’nın kademi ü- zeredir.

Zeki Baba, “Nur-ı ayn-ı Mustafa dil-pâre-i şîr-i Hudâ / Rûh-ı zehrâ pâdişâh-ı zümre-i kerrûbiyân” dediği İmam Hüseyin Efendimiz ve onun yaranının şehadeti karşısındaki elemini şu mersiyesiyle dile getirir: 

Gönül çâk et girîbânın bugün mâh-ı Muharrem’dir

Akıtsın hûn-ı çeşmânın bugün mâh-ı Muharrem’dir

Semâvât ehlini bîdâre kılsın âh-ı şebgîrin

Erişsin arşa efgânın bugün mâh-ı Muharrem’dir

Sadâ-yı nâle-i zârından âh etsin Mesîha hem

Tutulsun mihri dünyânın bugün mâh-ı Muharrem’dir

Hezârân âh edip yâd eyle şâh-ı Kerbelâ halin

İçip her gün ciğer kanın bugün mâh-ı Muharrem’dir

Yıkılsın bâmı eflâkin perîşân olsun ahvâli

Yuf et rûzuna devrânın bugün mâh-ı Muharrem’dir

Hüseyn-i Kerbelâ’nın aşkına âh et Zekî her dem

Fedâ kıl baş ile cânın bugün mâh-ı Muharrem’dir 

Tekirdağlı Kadimî Baba diğer adıyla Bektaşi babalarından 1881 doğumlu Ali Rıza Öge. İstanbul’daki Karaağaç Dergâhı şeyhi Hüseyin Zeki Baba’dan nasip alır. Makedonya’nın Kalkandelen şehrindeki Harabatî Baba diye tanınan Sersem Ali Tekkesinde kalır.

Bursa’ya yerleştikten sonra Ankara’daki Dedebaba vekili Ali Naci Baba bir gece mânâ âleminde Şazelî Sultan Hazretleri’ni görür. Onun “Bursa’daki Ali Rıza’yı Baba yaptık, kendisine tebliğ ediniz. Bu tebliğe sizi memur etmekle beraber kendisine de icazet veriniz.” buyruğu üzere Ali Rıza Öge’ye Babalık icazeti verilir.

Kadimî mahlasıyla tanınan, 1957 yılında Emir Sultan Mezarlığı’na sırlanan Ali Rıza Baba, Sevgili Peygamber Efendimizin –Allah ona salât ve selâm etsin- vârisi, ehl-i beytin şeb-çerâğıdır. Dîvân-ı Kadîmî’de şöyle nida eder:

Meş’al-i mihrinle bize reh-nümâsın yâ Hüseyn

Yâdigâr-ı Mustafâ vü Murtazâ’sın yâ Hüseyn

 Mübtelâ-yı derd olanlar şerbet-i lutfun diler

Bu Kadîmî’n derdine her dem devâsın yâ Hüseyn

Hicretin 61. yılında vaki olan bu acı olay İslam’ın sûretiyle kisvelenip onun ruhundan gıdalanamayan zavallıların zalimleştiği bir vaktin öyküsü olarak muhabbet ehlinin aşk dibacesidir.

Kerbela şehitlerinin yaşadıkları, “Hasan’da benim heybet ve ululuğum, Hüseyin’de ise şecaat ve cömertlik Vâsıflarım vardır.” buyuran Efendimizi –Allah ona salât ve selâm etsin- tasdik eden bir şecaat destanıdır.

Muharremin onunda, Kerbela’da, cuma günü Yezid’in Kûfeli askerleri yirmi ikisi ehl-i beytten olmak üzere yetmiş iki kişiyi katlederek şehit ettiler. İki kişiyi esir edip Kûfe’ye götürdüler. 

Ehl-i Beytten Olan Şehitlerin İsimleri

 İmam Hüseyin 

Oğulları    

Aliyyü’l-ekberAbdullah, Aliyyü’l-asğar.

Kardeşleri 

Abbas, Osman, Cafer, Abdullah, Muhammed, Atik.

İmam Hasan’ın oğulları

Kasım, Ebubekir, Abdullah.

Müslim ibn Akil oğulları  

Abdullahu’l-ekber, Ali, Muhammed, Abdurrahman, Müslim’in kardeşi Abdullahu’l-ekber ve onun oğlu Muhammed.

Abdullah ibn Cafer et- Tayyar’ın oğulları

Hüseyin, Avnu’l-asğar, Muhammedü’l-asğar.

Şehitlerden İmam Hüseyin’in mübarek başı Şam’a, diğerlerinin mübarek başları Kûfe’ye götürüldü. Defin yerleri ihtilaflıdır. Şehitlerin atlara çiğnetilen bedenlerini katiller Kerbela’dan gittikten sonra Gadiriyye Köyü halkı defnetti. İmam Hüseyin’in daha önce katledilen Kûfe’deki naibi amcaoğlu Müslim ibn Akil ve muhabiri Kays ibn Müshir’le yetmiş dört kişi şehit oldu.

İmam Hüseyin Efendimizin hanımları, bacıları Zeynep ve Safiye, kızları Fatıma, Sukeyne, Zeynep, gelinleri, oğulları yirmi dört yaşındaki Ali Seccad, dört yaşındaki Ömer, torunları ve hizmetçileri önce Kûfe’ye, sonra Şam’a, ordan da Medine’ye götürüldüler.

Kûfeli bir semboldür. Kendisinden emin olunamayan bir karakteri temsil eder. O, her zaman ve her yerde inancıyla mutmain olamayıp çıkarlarının peşine düşen insandır. O, ne dinini terk edebilir, ne de kendini âlemlerin Rabbinin rızasına adayabilir. Sürekli çıkarlarını gözettiğinden dolayı nimet gördüğünü istemekte şedîd, külfet gördüğünü reddetmekte zayıftır. Suçunu bastırmak için bahaneler üretir, zoru görünce tevile kaçar. Kolay olana meyleder. “Allah kuşkusuz sizi bir ırmakla sınayacaktır. Kim ondan içerse benden değildir, eliyle bir avuç içen dışında ondan tatmayan bendendir” [1]    uyarısında bulunan takva imamını yolda bırakır. Şair Ferezdak’ın deyimiyle onun gönlü Hüseyin’in, kılıcı Emevîler’in yanındadır. Onu terbiye etmek onunla savaşmaktan daha güç bir iştir.

Kerbela Hakk ile batılı ayırma mektebidir. O mektebin varisi olmak Kûfeli’yi terbiye etmek gibi en çetin işe koşulmak, tatminsiz Müslümanlara kıyamete kadar rehberlik etmektir.

İslam tarihi boyunca yaşanan en acı ve hikmetli olaylardan biri Kerbela hadisesidir. Bu hadise vukuundan itibaren bütün Müslümanları derinden etkiledi. Dünya denilen bu marifet mektebinde bu elim hadiseyle kıyamete dek büyük bir ders verilir.  

İmanın kemali Allah için sevmek Allah için buğzetmektir. Başka bir söyleyişle O'na ve O'nu sevenlere tevvella etmek, Ona ve O'nu sevenlere düşman olanlardan teberra etmektir. 

İmam Hüseyin Efendimiz bu kemalin sembolüdür. Rabb'ım bizi onun muhabbetiyle rızıklandırsın.