Dünya misafirhanesinde garip bir yolcu insanoğlu. Rahmet Elçisi’nin deyimiyle; “ Bir ağaç altında gölgelenme vakti “, dünya hayatının tanımı. Her ne kadar kendini sonsuz sansa da insan, her hücresi ile fani aslında ama farkında mı? Orası muamma…
Bu yüzden hayatı boyunca hiç ölmeyecekmiş gibi yer, içer, gezer, biriktirir, mal, mülk edinir, makam hırsı ile didinir durur. Kimi zaman bu uğurda insanlıktan dahi çıkar. Oysa Şair Zarifoğlu’nun deyimiyle ; “ Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik, oysa bir tarla idi, ekip biçip gidecektik.”
Tarihin derinliklerine doğru yolculuk edince insanoğlu, dünya denilen güzergâhtan kimlerin gelip geçtiğini seyreder ve hayret eder. Firavun mesela; kibrinin zirvesine çıktığında Tanrılık iddiası ile Mısır’a sultanlık ederken bir rüya aklını başından almıştır.
Bir Musa gelip tahtımı yerle bir edecek korkusu, masum onca bebeğe zulmü Nil nehrini kana bularken, hikmeti ilahi Musa’yı onun sarayında büyütmüş, Firavunu ise Kızıldeniz’de boğmuştur.
Nemrut; İbrahim AS ‘ı ateşte yakmak isterken ateş Hz. İbrahim’e serin ve selametli olurken, küçücük bir sinek onun akıbeti olmuştur.
Karun; Salih bir kul iken malın mülkün hırsı ile kavuştuğu hazineleri adamları taşıyamazken onlarla beraber yerin dibine girmiştir.
Ebu leheb; mal, mülk, evlat çokluğu ile övünüp Rahmet Elçisi’ne ebter( soyu kesik) diye hakaret ederken elindeki her şeyi teker teker kaybetmiş, bir köşede yapayalnız yara bere ve pislik içinde ölmüştür. Kuranda Rabbi tarafından karısı ve kendisine beddua edilen tek mahlûk odur.
İnsan aslında amellerinin güzelliği ve iyi niyetini yanında götürebilecekken bunca debdebenin ne anlamı vardır ki?
Tarih sahnesinden nice isimler silinip gitmemiş midir? Şimdilerde modern çağın handikabı, geçmişi yok sayıp anın tadını çıkarmayı sadece haz- hız olarak görmesinden ve geleceğin kaygısının içinde boğulmasından geçiyor. Oysa beden elbisesi içinde koskoca bir ruh taşıyor insan.
Zaten onu hakikatli yapan da tamamlayan da bu aslında. İstekleri bitmiyor nefsinin çünkü ihtiyaçlar sınırlı ancak isteklerimiz sınırsız…
Kendi hırslarına gömülen insan kâinattan, etrafında yaşanılan sıkıntı, zulüm, gözyaşı ve zorluklardan bihaber yaşıyor çoğu zaman. “ İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır, başkasının acısını duyabiliyorsa insandır”. ( Tolstoy) Hayata doğru bakan bir gözün tespiti silkeliyor düşünen ve hisseden ruhları.
Sadece kendi içine gömülen bencil insanoğlu bu haliyle akıbetini perişan edecektir. Tek çıkış öze dönüştür. Bu da ancak insani değerlere, hassasiyetlere sarılmaktan geçer.
Kapitalist düzenin çıkmazından kurtulup insanın iki kutuplu oluşu idrak edilmeli, beden ve ruh bütünlüğü kabul edilmelidir. Ruhun ve kalbin doymadığı bir bedenin cesetten farkı olmadığı aşikârdır. Hakikat ancak bakarken görmeyi beceren gözlerdedir… Unutmamalı ki;
“ Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla huzur bulur.” ( Rad Suresi; 27-28)
Sözün özü; “ Kendine değer ver ve gönlünü olgunlaştır, çünkü sen, bedeninle değil; ruhunla insansın.” ( Mevlana)
Sevda ÇEVİK