Değerli İskender Pala Hocam,

Osmanlı tarihinin şanlı vakitlerinde gökyüzünde görülmüş "kuyruklu yıldızın" toplum tarafından algılanışı, Ramazan ayı, insanların olumlu ya da olumsuz yorumlamaları, merak düğümlerini sert ve sık atılmasına sebebiyet verdi zihnimin ortasında. Bunu bilmenizi isterim.

Daha önce okumuş olduğum ve kim böyle yazarsa yazsın hayranlık beslediğim; bir olay anlatımı hassasiyetinin yanında eşyaların, mekanların, insanların detaylarına odaklanma... Onların tasvirleri ve bilmediğim onca kelimelerin sayfalara serpiştirilmesi benim için takdir meselesidir.

Aklınızın yettiğince değişik yapıdaki cümle kuruluşları, roman kahramanlarının birbirleriyle olan ilişkileri, Karaburut ile Necile (yani Emanet isimli hafiye) arasındaki dile gelmeyen aşk duyguları romanın heyecan katsayısını artırıyordu.

Mısır dönüşü gemideyken Samime’nin annelik tutumu karşısında, erkek gibi yaşayan Emanet isimli kız hafiyenin duygusal düşünceleri, mahremiyet dolu bir aşkın filizleneceğinin işaretiydi.

Sapık inançların, ekzoterik mekanlarda, yılan başlı uydurma efsanelerin ve uyuşturan, acı çektiren ritüelleri ve yılan gözlü hamile kadınların çocuklarının alınması, rahim suyunun içilmesi, çocuk eşinin etinin pişirilip yenilmeye çalışılması... Bir sürü mide bulandırıcı işler.

Ne için bu romanı okuyorum, sorusu aklımın uzak köşesinden gelip geçti. Araştırılma dayanan ve sonra bükülüp kurgusu yapılmış bir eseri tarihin tozlu sayfalarından günümüze yansıtılması okumaya değdi kanaatini oluşturdu bende.

Hele bölüm başlarındaki konuyu içeren beyitvâri dizeler, düşüncemizin ya da beklentilerimizin rehberi gibiydi. Kur'an ayı Ramazan'da hatimle meşgulken kitabın ilk sayfalarını çevirip de Osmanlı'da bir ramazan akşamının nasıl olduğunu okumak iyi geldi:

 “Bu geceden tezi yok, şehirde pek çok şey değişecek, gizli işleyen köçek ve çengi fasılları, raks ve şarap cemiyetleri, mümessek kahve ve kız saçı tütün sohbetleri bir aylığına son bulacak, gece sokağa çıkmanın cezası görmezden gelinecektir. Fenersiz dolaşanlara ilişmeyecek, camiler kadın erkek cemaatle donup taşacak, minarelerden temcitler okunacak,  sahura erişteler kaynayacak... Kısacası bir ay boyunca geceler gündüz gibi yaşanacaktı." İlk sayfanın son cümlesi olarak not düşülmüş.

"Bir dakika sonra huzura orta boylu, kara yağızdan buğday tenli, cüssesine göre yere kütür kütür bastığı belli olan, uçarlı, kıvrak, solurken göğsü demirci körüğü gibi inip kalkan, kolları demir, pençesi mengene, bakışı ateş ateş, şahbaz bir levent girdi: Karabarut Hasan...

Lakabını henüz 17 yaşında bıyıkları yeni terlemiş bir yiğit iken Sultan Süleyman vermişti; 11 yıl evvel, Zigetvar kuşatmasında topların kara barut dumanına bulanan çevresine bakarken."

İşte biz bu kahramanın peşinden gittik 475 sayfa boyunca. “Gönderenin bir kişi değil, bir örgüt olduğunu tahmin etmeliyiz. Ne ima ettiğine gelince, müminleri galeyana getirip itikatları sarsarak sultanımıza karşı kışkırtma maksadıyla yapıldığını düşünürüm."

Bu cümlelerle yavaş yavaş düğüm atılmaktadır ki merak treni yola çıkmıştır. Bilmediğim kelimeleri daire içine alıp sonra bakarım demiştim:

Canfez şilte, ases, evbaş ü kallaş makulesi, hamule, zerbagt bir setre, Çin temanı desenli bir çanta, kerli ferli beş adam, paluze,  azdahak, ibn-i mukule Kur'an'ı (sahip olan her dileği yerine gelir inancı var) ciltçilikle alakalı farklı kavramlar...

Bu romandan ne kaldı bana: yanlış inançların toplumda her dönem taraftar bulabileceği... Ve bu sapık inanışların insanlara -ne kadar bilimsel cümlelerle anlatılırsa anlatsın- zarar vereceği.  Lakin en sonunda hep iyiler kazanır. Bu dünyada ne yaparsan yap ahirette de iyiler kazanacaktır.

Sayın hocam, Bu mektubunuzdan da istifade ettik. Benden başkası da okursa kendi bilgi ve birikimine, kabiliyetine, geniş kültürüne, kurgulama yeteneğine katkısı olacağını umuyorum vesselam.

AHMET TAŞTAN