Mollia Hunter’in yazmış olduğu fantastik tarzında ki kitabın olayları İskoçya’da geçiyor. Kitabın ana temasında insana güvenin ve insanı sevmenin ne kadar kıymetli bir duygu olduğu vurgulanıyor.

Her kültürde görünen ve görünmeyen birçok değer var. Bu değerler sosyolojik olarak incelendiğinde bütün toplumların sosyal yapısının ve bazı değerlerinin birbirinden etkilendiği hemen anlaşılabilmekte. Bu etkileşimlerden birisi de görünmeyen ancak varlığı kabul edilen varlıklar. Bizim kültürümüzde bu varlıklara cin ve peri adı verilmiş olmasına rağmen başka toplumların kültürlerinde cin olmasa bile perilerin varlığı kabul edilmekte. Cin ve perinin olduğu yerde muhakkak bir de sihir var.

Kitabın en önemli iki kahramanı var, birisi engelli bir çocuk diğeri ise çok çirkin ama istediği zaman görünen istediği zaman görünmeyen sihir yapma gücüne sahip Grollican. Bu varlık o kadar çirkin ki çirkinliğine bir de kötülüğü eklenince daha da çekilmez oluyor. Onu gören çok korkuyor ve mümkün olduğu kadarıyla ondan uzaklaşmak istiyor. Sadece bu varlıktan engelli Ian korkmuyor. Grollican’ın aynı zamanda olağan üstü güçleri de var. Bu güçlerini iyilik yerine kötülük üzerine kullanıyor. Grollican, varlığını kötülük yaparak sürdürebileceğine inanıyor. Kötülük yapmak istediği zaman, kızıp öfkeleniyor ve çevresine olmadık akla hayale gelmeyen zararlar veriyor.

Çiftçilik yaparak geçimini sağlayan Ian’ın babası, Grollican ile mücadele etmeye çalışır. Ona çok kızıyor ancak kızmanın, öfkelenmenin, sorunları çözmediğini anlar. Öfkenin bir işe yaramadığını, sadece insani bir duygunun dışı vurumu olduğunu ve bu duygunun insanın kendini rahatlattığını ifade eder. Baba her ne kadar Grollican’dan zarar görüyor olsa da sözünde durmanın bir erdem olduğunu asıl sorunun insanın verdiği sözünde durmaması olduğunu vurgular.  

Engelli Ian ile Grollican’ın karşılaşması, sorunların çözüm noktasının oluştuğu anı ifade etmesi bakımından çok önemli. Ian, yaratıktan kendisini göstermesini ister. Yaratık, kendisinin çok çirkin olduğunu, insanların bu çirkinliğinden nefret ettiğini ve bu yüzden kötülük yaptığını söyler.  

Ian, çirkin olmanın onun suçu olmadığını, asıl suçun insanlara zara vermek olduğunu, çirkinliğin bedelinin insanlara kötülük yapmak olmadığını ifade eder. Bu konuşmalarla yaratığın güvenini kazanmaya çalışır. Yaratık sinsidir artık kötülük yapmayacakmış intibahını engelli çocuğa vermeye çalışarak hedefine sinsi yollarla varmaya çalışır. Aslında yaratığın ruhunda kötülük yapmak vardır ve yine kötülük peşindedir. Yaratık ruhunun vermiş olduğu derinlikler içinde kötülük duygularını engellemek istemez. 

Yaratığın hedefinde İan’ın çok sevdiği ve babasının ormanda perilerden alıp getirdiği sihirli midilli atı vardır. Midilli atı çok çalışkan ve Ian’ın ailesine maddi gelir sağlar. Midilli atının Ian’ın ailesine faydalı işler yapması yaratığın hoşuna gitmez. Bu geliri engellemek için İan’ı kandırır ve midilli atının sihrini bozar. Gerçek yaşamda çok güzel bir kız olan at aslına dönüşür. Yaratık aslında kötülük yapayım derken bilmeden iyilik yapmıştır. Bir yangın sonucu kaybolduğu sanılan kız çocuğu eski hayatına kavuşmuş olur.

Materyalist bir zihniyetle olayların sebep sonuç ilişkisi irdelendiğinde bazen doğru sonuçlara ulaşılamıyor. Bazen bilinmeyen şeyler insanın hayatına bilmeden girebiliyor. Bu bize “Sizin hayır bildiklerinizde şer; şer bildiklerinizde hayır vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” Ayetinin hayatımızın her aşamasında olabileceğini bizlere hatırlatıyor. ÖZER YILMAZ