Ahmet Taştan yazdı
“Bir yeni, ne zaman eskir?” diye bir düşünce yolu açmak istedim kendime. Çünkü daha dün eskittik günleriyle birlikte bir yılı, şimdi yaşanmamış günleri ile yenisinin başındayız.
Zamanın hızı tamamen göreceli bir kavram gibi söylense de genel kanaat olarak geçmiş, sanki farkında değilmişcesine saniyelik bir “ân”mış gibi tükenip gitmiş.
7 Ekim’den bu yana, kalemimin gölgesini Gazze’nin üzerinden çekmeyecektim. Orayı unutmadan her daim yazacaktım. Bu günlerde haber programlarında ilk sırayı almamış olsa da "acı" yüreğimizin ortasında tazeliğini hâlâ koruyor.
11 ilimizin yerle bir olması ve elli bini aşkın insanımızın vefatıyla sonlanan Maraş depreminden bile, bir zaman sonra toparlanmaya başlamıştık. Herkesin hatırlayacağı kadar yakın tarihimizde, ülkemizin büyük başarıları kadar, atlattığımız büyük felaketler de “sıradanlık” vasfını kazandı sanki.
Zalim Siyonist İsrail’in zulmü bütün hınçıyla yüreğimizin ortasında... Yüreği, iman aşkıyla yanan müminler, kardeşinin derdine ortak olanlar, daha önceki yılbaşında yapmadığı bir eylemle başladılar güne. Sabah namazında 81 ilin camilerinde ve Galata Köprüsünde dua ettiler. Ufak bir bayram sabahı sevinci ile bir araya gelenler, hayırseverlerin ikramlarıyla damaklarını tatlandırmadan önce yaralı gönülleriyle 12 şehidimize ve Gazze’nin masum şehitlerine dualar ettiler.
Biz de bu sabah İshak Paşa Camii’nde İmam Hatip Mezunları Derneğimizin organize etmiş olduğu programdan sonra, Sani Konukoğlu Camii’ndekinin duasına iştirak ettik. Genç hoca efendinin o mükemmel sesinden çıkan dualara tüm cemaat olarak “amin” dedik. Lakin benim yüreğimi sızlatan şey başkaydı. Hemen sol yanı başımda gencecik bir babanın kucağına uzanmış küçük kız çocuğu...
Hani, şu dedesinin kucağında, hayata gözlerini kapatmış yavru vardı ya... Hani göz kapaklarını açıp göz bebeklerinden öpülen o çocuk vardı ya... Adı Rim... Hani, 23 Aralık Dünya Şehit Çocuklar Günü olarak tespit edilen günde doğan çocuk... İşte onunla aynı yaşlardaydı. Dua ederken biz, o da babasının kucağına uzanmış ayaklarını oynatıyordu ben de gıdıklamaya çalıştım. Sonra saçlarına takıldı gözüm. Aynen Rim’in saçları gibiydi. Başının iki tarafına top top yapılmış ve bağlanmış saçları... Sonra onu caminin ön tarafında gördüm. Kucağıma alıp o dedesinin kucağındaki çocuk gibi hissetmek istedim onu. “Rabbim, uzun ömür; salih amel versin” duasıyla babasına teslim ettim.
Yeni yılın ilk saatleri... Camilerde dua ve niyaz ile geçen vakitler... Gelecek tüm günlerin de böyle olmasını niyaz ediliyor...
Evet, dua ederek İsrail’in kahrolmasını istiyoruz. Ama aceleci insanoğlu, hemen itirazı yapıştırıveriyor cahilce. “Dua etmekle olmaz” diyor. “Duanız olmasaydı, ne kıymetiniz olurdu?!” sözünü, ya duymamış ya da bilmiyor. Dua edenler, kendi durduğu yeri belirlemek ister. Kimden yana olduğunu ilan eder. Yarattığı her şeyi, belli bir zamana bağlayan Rabb’im, hayatın bu fani dünyadan ibaret olmadığını bildirmiş. Fakat bazı “gafil ve cahil insanoğlu” dar görüşü ile olayları yorumlamaya çalıştığında saçma sapan ifadeler ortaya koyuyor.
Bir “fikir yazısı” yazmak istemiyorum. Yeni bir yıla girerken ufak bir heyecanımın olmayışı beni mutlu ediyor. O akşama has herhangi bir şey yapmış değilim. Hatta bir cümle bile kurmuş değilim. “Seneye görüşelim” denilen bayat espriyi bile az duydum.
Lakin dün akşam yılın son gecesi... Anadolu Gençlik Dergisi ve Milli Gençlik Vakfı’nın düzenlemiş olduğu “Mekke’nin Fethi ve Kudüs Gecesi” beni heyecanlandırdı. Çünkü gençlik yıllarımda içinde bulunduğum vakfın, bu konularda, aynı his ve heyecanla yoluna devam ettiğini görmek güzeldi.
Sahnede Ebu Ubeyde’nin mizanseni en orijinal gösteriydi. Başına kırmızı bir keyfiye bağlamış, onun üzerine de yeşil bandaj geçirmiş delikanlı, Arapça olarak seslendirdiği İzzettin Kassam Tugaylarının sözcüsü Ebu Ubeyde’nin mesajını tekrarladı. Ses tonu, dik ve gergin duruşu, yanındaki yüzü kapalı iki koruması ve Türkçeye tercüme eden delikanlının haykırışı ile mükemmeldi.
Konuşmacının da belirttiği gibi Hz. Peygamber Efendimiz (sav) tam bu günlerde Mekke’nin Fethi için Hz. Ebu Bekir (ra) ile gizli bir toplantı yapmış. Sonra seferin nereye olacağını “sır gibi” saklamıştı. On günlük bir yolculuktan sonra “şehirlerin anası, tevhidin baş şehri” Mekke’ye, sakalı devesinin hörgücüne değecek kadar başını öne eğerek “Ya Rabbi her şeyi yapan Sensin!” diye hamd ederek girmişti. O muhteşem fethin başlangıcı olan günlerde yeni bir yıla girmek çok anlamlıydı.
Tekrar soralım: “Yeni, ne zaman eskir?” Başka bir yeni geldiğinde. Taze yeni, güçlü eskinin zamanla yerini alır ve bir müddet sonra o da eskimeye başlar. Geceyi, gündüzden çıkaran; gündüzü, geceden çıkaran Rabbim, böyle kurmuş dünyayı. Bize de hayranlık duymak kalır.