Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı

Sosyal medya üzerinden bir şekilde karşıma düşen Akıl ve Mantık isimli sitede tartışmalar gırla gidiyor.

En sonunda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Laik, çağdaş, modern, sol, Kemalist zihin sahibi insanların; dindar ve muhafazakar Müslümanlara bakışı çok net. Bazılarının bir günahı üzerinden tüm Müslümanları genelleyen bir bakış açısı var. Sanki tüm Müslümanlar, aynı günahı hem hoş görüyorlar hem de yapıyorlarmış gibi bir zihinsel coğrafya şekillenmiş.

Biri de kalkıyor, “Laik, Kemalist, sol, Atatürkçülerin zeka seviyesi düşük dedikten sonra ahlak ve edep seviyelerinin de düşük olduğunu gördük. Ana avrat küfredenden tutun her türlü küfrü yapanlara kadar. Ve bunu laik Kemalist kadınlar yapınca işin rengi değişiyor. Bir bayan, bir erkeğe küfrediyorsa  edep ve terbiye dibe vurdu demektir...” diye yazıyor.

Bazıları çok temiz biçimde itirazlarını sıralıyor, merak ettiklerini samimiyetle soruyor. Ki ben de o topluluk içine kaydediyorum kendimi. Özellikle Gazi’ye ait olmayan sözleri kes yapıştır, yöntemiyle kışkırtıcı cümleler sıralıyorlar.

İşte karşı zihniyet sahibi birinin cümleleri: “Şahsen ben bir yaratıcıya inanıyorum ama şarlatanlık yapanlara tahammül edemiyorum.” dedikten sonra salyalarını damlatıyor satırlara.

“Tanrıyı apaçık gördünüz mü ki “Tanrı yoktur” diyene kâfir diyorsunuz?

Melekleri gören, onlara şahit olan var mı ki “melekler yoktur” diyene kâfir diyorsunuz?

“Peygamberi, tanrıdan sözler alırken şahit oldunuz mu ki “peygamber ve kitabı reddeden kişiye kâfir diyorsunuz?”

İşte memleketin gerçek yüzü, denilecek örnek cümleler. İki karşı cephe kalın kırmızı çizgilerle etrafını çizmiş. Ne birinin girişine izin veriyorlar ne de birilerinin çıkışını kabul ediyorlar.

O sosyal medya mecrasında söylediğin iki kelime ile senin zihniyetini tespit edip soğuk kimlik kartını yüzüne çarpıyorlar adeta. Atatürk’ü çok sevdiklerini, cumhuriyetin kazanımlarını baş tacı ettiklerini beyan ederken, Müslümanları, İslamiyet’i Rabbimizi, Peygamberimizi acımasız ve hoşgörüden yoksun cümlelerle  eleştiriyorlar.

Tabii sanki bu sosyal mecrada akıl başka, mantık başka bir şey ifade eder gibi. Hep bir ikilik, hep bir karşıtlık. Biz de elimizde olmadan kavgaya karışıyor, gözü kapalı önümüze gelene cevap yetiştirmeye çalışıyoruz.

Evet, gerçek bir simülasyon çatışması gibi. Tansiyon  yükseliyor, kelimeler yalan yanlış, eksik, kusurlu... Bu izdihamın içinde ya da bir yanında vaziyet alıyor tabii.

Tansiyonu düşürmek, farklı kültürlerin insanları ile diyalog imkanı oluşturmak için “efendi, değil mi?”gibi yumuşak ibareli cümleler kurmak istiyorum. Kuruyorum da bir işe yaramıyor. Sen söylüyorsun ya, o senin söylediğine değil de zihninde seni konumlandırdığı yere cevap yetiştirmeye çalışıyor. 

“Ben ne diyorum, o ne anlıyor” noktasında çok dolanıyoruz. Sonra şu Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in suları arasındaki görünmez perdeden, aynı toprağın, aynı tarihin, aynı kültürün çocukları arasında da var. Kim koydu bu kadar yakınların arasına bunca gurbeti acaba.

Demek ki kimi dinliyor, kimi okuyor... Neyi, nasıl anlayabiliyor insanımız. Ortak değerler üzerinden ve nezaket kelimeleriyle konudan sapmadan  konuşsak iyi olacak amma zor iş.

Dine, imana, Allah’a, peygambere küfredenlerle ortak bir şey bulmak da zor ya... Kimse ayranım ekşi demiyor yani eksik öğrenmişimdir diyerek bir açılım düşünmüyor gibi. Kaya misali sertleşmiş fikirler, yeni ve farklı bir şeyi asla kabullenemiyorlar.

Bana, “sen nasıl davranıyorsun?” diye sorarsanız. Gerçek hayatta muhatap olamadığım insanlarla diyalog kurmak istiyorum. Lakin düşman ilan ediyorlar. Seni karşı cepheye itiyorlar.

Tabii Akıl ve Mantık meydanında bana göre onca akılsızca ve mantıksızca cümlelere sabrediyorum bir miktar. Lakin kibarca, insanî bir çizgide  mücadeleye devam.