Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı
Hatip Hocamız ne demişti belanın tanımı için; düzenli olarak akan sürecin bir anda inkıtaya uğraması, yani sarsılması ve düzenin bozulmasıdır.
Böyle durumlarda yapılması gereken şey bu kardeşim. Önce sabır, ondan sonra mükemmelen bir akıl... Duygusal takılmanın bir anlamı yok. Eğer duygusal takılırsak, tepkisel sonuçlar ortaya koyarız. Bu da bizi masada kaybetmeye götürür.
Gerçi az önce söyledik ama vurgulayalım diye söylüyorum. Belanın bazı faydaları da vardır. Kendini muhasebe etmek, içinde bulunduğun durumu tekrar değerlendirmek, zaaflarını görmek, belki de haddi aşma durumunu toparlama ve benzeri gibi. Hani belalar karşısında kim kaybeder, diye sorarsak... Belanın altında kalanlar yani oradan kârlı bir şekilde çıkamayanlar.
Yazarın biri vardı NLP diye bir beyin dili programlamasından bahsetmişti. Orada dikkat çekici bir kural yakalamışlar. "Her sorun bir fırsattır" diye... Hayatta bir sorunla karşılaştığımızda uyanık olup o sorunu fırsata çevirmek gerekir, demek istiyordu.
Evet, bu da aynı manaya hizmet ediyor. "Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin diye açıklanan hadis-i şerifte de aynı mantık var. Meşguliyet gelmeden önce, boş vaktin; fakirlik gelmeden önce, zenginliğin; hastalık gelmeden önce, sağlığın... Diğerlerini unuttum şimdi.
O zaman: "İnsanlar iki şeyin kıymetini bilmezler; boş vakit ve sağlık" hadisini de ben eklemiş olayım. Bu da senin söylediğinin daha kısası tabii.
Toparlayacak olursak ne deriz? Her şerde bir hayır olabilir. Ben bunu çıkarırım.
Dur, hemen bitirme muhabbeti. Adam bir saat konuştu, biz şurada üç cümleyi toparlayamıyoruz. Hani bir hadis-i şerif daha vardı. Bir sahabe: "Ya Rabbi, bana ahirette vereceğin azabı, dünyada ver" diye dua ederken Peygamber Efendimiz (sav) ona: "Dünyada ve ahirette iyilik ver diye dua et" demiş ya.
Tamam hatırladım ben. Küçükken öğrendiğimiz dualardan biriydi sahi...Rabbenâ âtinâ fi'd-dünya hasenaten ve fil ahireti haseneten ve kınâ 'azâbe'n-nâr duasını öğretmiş.
Hatırlıyor musun büyük şair Fuzuli’nin şiiriyle başlamıştı yine Fuzuli’nin şiiri ile bitirdi.
Evet, o sonradan özetlediği dizeler de çok güzeldi. Dur, benim aklımda kaldı biraz...
Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl aşinâ beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni
O büyük şair Fuzuli aşk belası ile hep tanışık olmayı Cenab-ı Allah’tan talep etmiş. Mehmet Akif Ersoy’un, "Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ." dediği gibi Fuzuli de aşk belasından ayrılmak istemez. Çünkü bela, sevgili sebebiyle başına yağmur taneleri gibi düşmekte ve onu devamlı hatırlatmaktadır. Belasız kalmak, dünyaya dalmak ve onu unutmak manasına gelebilir korkusunu yaşar şair.
"Ben isterim belayı çü bela ister beni" dizesi de Peygamberimizin sözüne aykırı gibi görünse de Allah’ı hatırlatan, sevgiliyi unutturmayan belayı talep edebiliriz, müsaade verilmiştir.
Evet ama daha büyük, daha hoş manalar bir sonraki dizede geçer geçiyordu galiba. Neydi o dizeler? Onlar da aklında mı?
Ya kardeşim, divan şiiri- benzetmek gibi olmasın ayetler gibi- ölçülü olduğu için çok sağlam bir şekilde zihnimizde durabiliyor, diye düşünüyorum. İşte aklımda kalan dizeler.
"Öyle zâif kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola getirmek saba beni..."
Offff manaya bak. Yani Allah’tan ayrılığın sebebi ile vücudunun öyle zayıflamasını istiyor ki hafif bir rüzgar olan sabah rüzgarı bile sana ulaştırsın beni. Lakin son dize isen bir hadis-i şerifte işaret ediyor.
"Ya Rab mukayyet eyleme mutlak bana, beni.."
Hangi hadis-i Şerif?
Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor: "Ya Rabbim, bir an olsun beni nefsimle baş başa bırakma." Burada da şair, Allah’a beni benimle sınırlama, Sen de yardım et, Senin yardımın olmadan yapamam, demeye getiriyor.
Be güzel... En belalı konuda ayetler okuduk, hadisler söyledik, şiirler terennüm ettik, mantıksal açıklamalar yaptık.
Daha ne olsun denilecek ne kaldı artık! Bundan sonra bir bela isabet ettiğinde o süreci akıllı biçimde takip edip olumlu sonuca ulaştırmazsak yuh olsun bize!
Bu, haftalık sohbetlere gelmek de insanın ufkunu açıyor, gerçekten Allah razı olsun tertip edenlerden.