Ahmet Taştan yazdı
Ders kitaplarını taşıdığı çantası omuzundan aşağı sallanırken odanın ortasına kadar ilerledi. Bir eli cebindeydi, diğer elini rehberlik öğretmenine uzatarak biraz sonra öfkeye dönüşecek kelimelerle: “Kendimi çok yalnız hissediyorum burada. Dışlanmış ve örselenmiş hissediyorum” demişti.
Masasındaki kağıtlara bir şeyler yazmaya çalışırken önünde oturanları da dinleyen rehberlik öğretmeni, şaşırarak: “Hocam, neden böyle hissediyorsunuz kendinizi? Hayırdır inşallah ne oldu?” demişti.
Ayakta bekleyen öğretmenin bedenini saran öfke, ateş olup kelime kelime döküldü. “Dün whatshappta yazdığım mesaja hiçbir arkadaş cevap vermedi. Elli kişiden hiç kimse, bir tek cümle yazmadı. İnsanın bir derdi olsa, bir şey soruverse cevap alamayacak, demek ki!?"
“Haklısın hocam, susacağım. Ne diyebilirim ki?” cevabının altında derin bir mahcubiyet de vardı. Sorunu olan her bir öğrenciyi dinler, "senin yanındayım" mesajı verip samimiyetle yol gösteren rehberlik uzmanı sustu.
İçine düştüğü psikolojik buhran ile devam etti ayaktaki öğretmen: “Ama hocam olmaz ki. O kadar öğretmen var. Mevzu öğrencileri ilgilendiriyor. Siz de bu işin rehberliğini yapıyorsunuz.”
“Ne oldu, ben anlayamadım. Neden böyle konuşuyorsunuz, konu nedir?” dedi saçına sakalına aklar düşmüş tecrübeli ön koltuktaki. “Hocamız” diye söze girdi karşısındaki genç bayan: “Dün akşam gruba bir mesaj yazmıştı. Hiç kimse cevap vermemişti. Herhalde onun için söylüyor.” Sinirinin dindiği sesinin tonundan anlaşılan mağdur öğretmen: “Evet, herhalde onun için söylüyorum. Çünkü bütün dünya milletleri ayağa kalkmış. Herkes bir şeyler yaparken burada hiç kimse bir şey söylemiyor. Sanki herkesin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi. Herkes üç maymunu oynuyor sanki.” İçine düşen ateş yüreğini dağlarken inler gibi konuştu.
“Dün toplantıda söylediklerimi kibarca açıklamışım. Öğrencilerin durumlarını görüştüğümüz o toplantıda. Evet, akşam üzeriydi. Evet, okul çıkışıydı geç olmuştu. Evet, eve yetişecektiniz, çoluk çocuk bekliyordu. Lakin bu ekrana fotoğraflarını yansıttığımız ve geleceğimizi emanet edeceğimiz pırıl pırıl öğrencilerimizin sosyal medyadaki manipülasyon bilgilerden etkilenerek yanlış algılarını, özellikle İsrail ve Filistin üzerinden geliştirilen yalan yanlış bilgilerini, nasıl düzeltebiliriz? Bununla alakalı bir fikri olan varsa söylesin bizimle paylaşsın” ricasına kimse cevap vermemişti.
Niçin kimse cevap yazmamıştı? Akla gelen ilk düşünce acaba korkuldu mu? Korkuldu ise kimden? Çekinildi mi? Öyleyse neden çekinildi? O kadar zor muydu bu sorunun cevabına iki satır yazmak.”
“Evet, hocam. Biz de biliyoruz bunları.” deseydi cılız bir sesle biri. İçindeki acizliği ifade eden bir tarzda: “Ama biz ne yapabiliriz ki!” deyiverseydi bir diğeri. Öbürü de: “Devletimiz zaten yas ilan etti. Yardımlar gönderiyor Kızılay. Yardım toplandı daha ne yapılsın ki?” diyebilirdi mesela.
Fakat öğretmenler, öğrencilerde görülen algı saplantısına mı kapılmışlardı? "Önce Hamas saldırdı durup dururken. Kendini savunma hakkı var İsrail’in" virüsüne yakalanmış mıydılar acaba? Eğer durum böyleyse mazlum çocuk ve kadınları öldürmesi haklıymış gibi ses çıkarmamak anlamına gelmez miydi? Ya da böyle anlaşılmaz mıydı bir şey yazmamak. Eliniz, kolunuz bağlıydı, aklınız ve dilinizde mi bağlıydı? Sosyal medyanın yalan bilgilerle işgal edilmiş beyinleri özgürleştirmekten bahsediyordu?" fikri hür, vicani hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek görevini samimiyetle yapmak isteyen....
"Dünya bu konuyla çalkalanıyorken kalkmışsınız burada öğrenciler hakkında yok şu başarılı, şu ahlaklı, şu güzel demeye çalışıyorsunuz?" Tabii ki bunları her zaman söyleyeceklerdi ama gündem çok sıcak konularla doluyken hiç konuşmamak biraz tuhaf kaçıyordu. "Bu, haklarında konuştuğunuz öğrenciler, ne kadar sizin öğrenciniz? Sınıflara girip bir şeyler öğrensinler diye gayret ettiğiniz bu öğrenciler ne kadar sizin gibi düşünüyor?" diyecekti ama artık bu sessizlerin ne düşündüğünü de bilmiyordu. Devletin tavrını, milletin tutumunu ve milli eğitimin amacını hiç mi görmüyorlardı? Bin yıllık geçmiş şanlı tarihimiz bu bir takım gençlere hiç mi ahlaki değer ve manevi sorumluluk yüklemiyor acaba diye düşündü.