Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı

İnsanlığı kurtaracak müjdeyi taşıyan bu kutlu elçi, en çok teselliye ihtiyaç duyduğu anı yaşıyordu. Sabret, sabret, sabret ve asla vazgeçme! Vazgeçenler, hep kaybedenlerdir.

“Rabbin seni ne terk etti ne de sana darıldı” diyen ayetler, ona laf dokunduranların kelimeleri ile bir teselli veriyordu. Zira O’nu bu kelimeler üzerinden rencide ediyorlar, üzüyorlardı. Fakat Allah, Duha süresinde  bir müjde daha ekliyordu: “Bundan sonraki hayatın, bundan önceki hayatından daha iyi olacaktır” dedi ve “sana ileride birçok nimetler verecek ve sen de hoşnut olacaksın” diye devam etti.

Bu durum tespitinden sonra, teselli edilecek insanın sıkıntılarını bir anlık unutması, acısının dağılması için çabuk cevaplayabileceği ya da onaylayabileceği bir yönteme başvuruyor... Cevaplarını bildiği sorular geliyor ardı ardına.

“Rabbin, seni yetim olarak bulup barındırmadı mı?” Evet, daha ana rahmindeyken yetim kalmış bir insan. Bu kelimeyi nerede duysa içine döner derinden hissederdi. Dikkati bir anda dağılmış ve düşünmeye başlamıştı. İkinci soru şöyle gelir. “Sen (din hususunda) gideceğin yolu bilmezken sana doğru yolu göstermedi mi?” Sorunun biraz daha düşünceye dayalı, hayatı sorgulayıcı bir boyuta ulaştığını görüyoruz? Üzüntü yerini düşünceye bırakmıştır.

“Sen muhtaç iken ihtiyaçlarını gidermedi mi?” Sorusuyla artık üzüntü bitmiş düşünce hakim olmuştur. Tebliğ ile yükümlü peygamber, topluma karşı nasıl davranacağını belirten ayetlerle muhataptır. “Öyleyse sen de sakın yetimlere haksızlık etme, onları hor görme.”

Yetimliğin ne olduğunu bilen bir elçiye, en sağlam yerden bağlantı kuruluyor. Senin gibi yetimlere dikkat et, onları hor görme... Canla başla “emrin olur, Rabbim” diyecek bir ruh hali.

“El açıp yardım isteyeni de azarlama...” Aynı çizgiden  talimatlar devam ediyor. “Rabbinin sana verdiği nimeti, gönderdiği vahyi durdurak bilmeden anlat.”

Bu satırlarda bize gösteriyor ki bir dava uğruna başına belalar gelmiş, yılgın ve bitkin kalmış, neredeyse vazgeçecek bir insanla konuşurken yani teselli verirken dikkat edilecek üç husus:                           

1.Muhatabın içinde bulunduğu hali tanımlama ve onu anladığını hissettirmek.

2.Muhatabın haline uygun sorular sorarak sıkıntısını dağıtma ve düşünceye davet etme. Duygusallıktan sıyrılıp şuur dünyasına çekmek.

3. Artık kaldığın yerden yola devam et. Vazgeçmek, dönmek, umursamamak yok. Her ne şartta olursa olsun, devam etmek.

İşte bu şartlar altında teselli olmuş peygamber, topluma yöneldiğinde şunu diyecektir: “Ben, elimden geleni yapacağım, siz de çekinmeyin, siz de elinizden geleni yapın” diyecektir.

Bu, tekrar bir diriliş, tekrar bir mücadele azmi, tekrar bir yola koyuluştur. “Teselli durakları” olur insanın hayatında. Teselli edilecek insanlar bulundukça, teselli edenler de çıkacaktır elbette. Teselli edenler, önden gidenlerdir. Gidip de geri dönenler, demiyorum. Hâlâ önde olanlardan bahsediyorum. Yolu bilenler, izleri takip edilenler, yani menzile vasıl olanlardan bahsediyorum. İnsanın, teselli etmesi için o tecrübeyi yaşamış olması da gerekmez. Eserlerinden seslenir, hatıralarından yankılanır bazı gerçekler.

İnşirah suresi de böyle teselli cümleleriyle doludur. “(Ey peygamber,) bir senin gönlünü ferahlatmadık mı?” Tekrar bir soru, tekrar bir dikkat toplama... “Senin belini büken yükü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şerefini yükseltmedik mi?” Soruların cevabı kocaman bir “evet.” Evet, göğsü ferahladı, yük kalktı, şerefi yükseldi...

Unutma ki “her zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Evet, her zorluğun yanında bir de kolaylık vardır...” Yani zorluklar seni bıktırmasın bezginleştirmesin. Çünkü bir adım ötesi kolaylık... Bir adım ötesi ferahlık... Bir adım ötesi inşirah... “Öyleyse güçlüğü yendiğinde yılgınlık gösterme, azimle başka bir işe giriş ve daima Rabbine yönel Ondan yardım bekle... Her şeyin sonu ve başı Rabbindir. Ondan ayrılma!” Çünkü yaşam kaynağı odur, Onun sözleridir.

Teselli olacak Müslüman, modern ve çağdaş dünyanın girdabında çırpınan çocuklarını, gençlerini kurtarmak için hikmetli bir anlayışa muhtaçtır.

Toplumun ihtiyacı olan şey, bir peygamber şuuruna sahip üç beş insandır, vesselam.