Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı
Geçen gün, namaz vakti caminin giriş kapısının hemen önünde üç genç kız...
Bir tanesi başörtülü bol kıyafetli iken ikisi maalesef hayadan ve edepten mahrum bir kıyafet içindeydiler.
Bilmiyorum sizi ilgilendiriyor mu, gençlerimizin özellikle kız evlatlarımızın hayadan yoksun bir şekilde ortalıkta gezmeleri? Bir söz söylemeye kalktığınızda “başıma bela mı alacağım!” diye korkular sizi de sarıyor mu? “Yok kadınları koruma kanunu var, bir şikayet etti mi attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmez” noktasına mı geliyorsun. Ve bir “boş vermişlik girdabında” dönüp duruyorsunuz belki de... Peki ne olacak bu işin sonu... Yine devletten mi bekleyeceğiz bir şeyler yapmasını? Evet, en azından kanunu kaldırabilir. Hatta kadın erkek eşitliği istiyoruz bu hususta. Lakin o konu kıyıda dursun.
Anne, baba, akraba, komşu ve büyükler olarak yapmamız gereken ya da söylememiz gereken üç beş güzel cümle yok mudur bunlara söyleyecek?
“Gömleğini ya da tişörtünü giymeyi unutanlar” diyerek üstü kapalı betimlemeye çalıştığım bir genç kızı nasıl uyaralım? Lütfen... Bu konuda ciddi bir şekilde yardım istiyorum sizlerden. Cevabınız “iş olacağına varır, boş ver” ise almayayım. Sakın bir şey demeyiniz o kapıyı kapadın ben. Toplumun gidişatına, gençlerimizin imanına, inanç dünyalarına faydalı bir şeyler söylemek gerektiğini inanan insanlar olarak, lütfen, onları incitmeden uyaracağımız cümleleri söyleyiniz.
Çok defa görüyoruz yollarda, kaldırımlarda, parklarda. Başörtülü bir kız ile aşırı derecede, hayadan mahrum kıyafetlerle gezenler yan yana. Çekip konuşma imkanımız bile yok belki de. “Siz nasıl arkadaş olabiliyorsunuz, bu kıyafetler içinde?” Başı kapalı olan bu sıcakta saçının telini göstermezken diğerinin kıyafeti içler acısı .
Belki o kapalı kızımıza: “Bir bakar mısın!” deyip gereken uyarı yaptığımızda... Ne söyleyeceğini ben de bilmiyorum.
Farklı bir soru da su “Niçin yanındaki bu hayasız kızla geziyorsun mu denir? Senin nasıl böyle bir arkadaşın olabilir mi denir?”... Vallahi bilmiyorum. Amacımız bağcıyı dövmek değil üzüm yemek. Modern yaşam tarzı, gençlerimizi büyüsü altına almış. Müslüman olduklarını hatırlattığınız zaman, belki bazıları “ben Müslüman değilim!” sözünü çarçabuk söyleyebilir. Dudakları arasından karabaşlı bir yılan gibi tıslayarak söylediği bu sözün dünya ve ahiret hayatını nasıl etkileyeceğini bilmeden.
Kapalı kızımız: “bu kıyafet benim tercihim, onun giydiği kıyafette kendi tercihi” deyip işi çok çabuk noktalamak isteyebilir. İşte bu noktada, kapalı kızımıza tercih olarak ortaya koydukları bu tutum ve davranışların “kaynağı nedir?” diye soru versek acaba ne cevap verecek.
Sen de bu başörtüsünü, nefsinin istediği için mi takıyorsun ya da modern olmak için mi? Bu sıcak havalarda böyle kapalı giyiniyorsun. Yoksa senin, bir inancın var ve Rabbinin emri olduğundan dolayı mı takıyorsun o sancağı?
Gençleri “Bu onun tercihi; bu benim tercihim” nokta diyen dar, anlayışsız, zihinlerden kurtarıp bir adım ötesine götürmek lazım. Tercihlerimizin bize neye, mal olduğunu hatırlatmamız gerekiyor.
Modern dünya bu kadar “reklam veya diziler üzerine yatırım” yapmasının sebebi sığ, düşüncesi kıt, sadece taklit cümleler kurabilen nesiller yetiştirmektir.
“Ben özgürüm, istediğimi yapabilirim” diyen bir kafaya, sen Müslümansın ve Müslümanca yaşaman gerekir” cümlesini anlatmak ne kadar mümkün olabilir.
Yüzde bilmem kaçı Müslüman olan bu toplumda, “böyle nasıl dolaşıyorsunuz?” demekten korkar hale geldik. Her zaman şunu ifade ederim ki çevresindeki insanların maddi manevi dertleriyle dertlenmeyen, onları Hakka ve Hakkikate sevk etmeyen insanlar, peygamberi şuurdan yoksundurlar.
“Nasıl olsa durumlarını değiştirmiyorlar, söylesen de söylemesen de bir, boşu boşuna kötü olmaya gerek yok?” Cümlesi kendini en akıllı kabul eden çoğu kişinin ağzından bir anda dökülebilen mantıklı bir sözmüş gibi gelebilir.
Biz, “Müslüman bir toplum olarak, nasıl yaşanması gerekiyorsa öyle yaşayıp cenneti hak etmek istiyoruz” diyen biri elbette ki bu sözlere kulak asmaz. O kişi bilir ki bu tür itirazlar her peygambere yapılmış, her uyarıcıya haykırılmıştır.
Eski milletlerin nasıl helak olduğunu zaman zaman okur ama anlayamazdım. Şimdi kötülüklerin önünün açıldığı, uyarı ve davetin gereksiz görüldüğü ve de yasalarla adeta yasaklanması karşısında elimiz kolumuz bağlı.
Ben “bu satırları niye yazıyorum?” Bir şekilde uyarmalıyız, gönül kırmadan, dostlukları bozmadan, muhabbeti örselemeden. “Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden neslimizi korumalıyız.” Bilenlerin gafleti, uyarıcıların tembelliği, bir nesli inançsız şekilde cehennem gayyalarına yuvarlayacaktır korkusu daha ağır basıyor.