Yeni bir eğitim döneminde üçüncü haftaya başladık. 30 yıllık öğretmenliğim boyunca hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Çünkü bazı sınıflara adabımuaşeret (eski usulde âdâb-ı muaşeret yazılır) dersine girecektim. Toplumsal ahlak kuralları anlamına gelir.

Bu modern, çağdaş, laik, seküler çağda, daha çok internet üzerinden kontrol edilen ve dizilerle işgal edilmiş (herkes böyle değil tabii, genelleme yapıyorum) beyinlere milli ve dini ahlakımızı ihya etme imkanım olacaktı.

Hafta sonu bizlere kurs veren yetkili/ görevli bir arkadaştan özetlenmiş bir adabımuaşeret kursu dinledik. Bir ara  kendisine; “Okullarımızda beş saatlik matematik dersine adabımuaşeret ekleyerek yetişmeyen konuları yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu doğru mu? diye sormuştum.

Adabımuaşeret dersine gerektiği kadar değer veremeyen öğretmenlerin vereceği adabımuaşeret dersi hangi hedefe ulaşacak? İnsanların gönüllerinde nasıl bir tesir yapacak, merak ettim doğrusu.

Yeni bir eğitim yılı başladı. Hayır, yeni bir öğretim yılı başladı. Neredeyse hiçbir öğretmen, çok az bir kesim dışında tabii, öğrencileri “eğitmek”  yani kimlik/ şahsiyet inşa etmek maksatlı bu dersi anlatmıyor. Nakletme vazifesini yerine getirenler, ders verdim, görevimi yaptım zannediyor.

İlk hafta derse girdiğimde “gençler, niyet ettim değişmeye!” diyelim ve böyle başlayalım” demiştim. Değil mi ki “ameller, niyetlere göreydi. Öyleyse önce niyetlerden başlayalım.” dedim. Niyetini yani gönlünü yola koymayan hedefe vasıl olamaz zaten.

Böyle düşünürken aklıma, amelin yani davranışın bir tohum gibi olabileceği filizlendi zihnimde. İşte o gün, derste bu konuyu konuştum.

Tahtaya bir Cin Ali (çizgi adam) resmi çizdim ve bir de noktadan biraz büyük tohum diye isimlendirdiğim  içi dolu bir küçük daire karaladım. Ardından felsefeye yol verdim. Düşündüm ve konuştum:

“Bakın, bu tohumu toprağa atıyorsunuz. Tohum yavaş yavaş çatlıyor ve toprağın altına doğru kök solarken toprağın üstüne doğru da boy atıyor. Gövde ve dalları yükseltiyor.  Toprağın altındaki kök ile üstündeki gövde sanki birbirine simetrik olarak genişliyor, yayılıyor. Her bitkiyi araştırıp da bu tespiti yapabilmiş değilim tabii ki ama genellikle böyle de diye düşünüyoruz.

Dallarda oluşan meyveler, tohumun en son halini alıyor. Tohum kimliğinde var olan hakikati ortaya çıkarıyor ve ikram ediyor insana/ hayvana. Kök, gövde, dal, yaprak, çiçek ve meyve... Hatta bazı meyveler sadece topraktan aldıkları su ve minerallerle beslenmez güneş ışığıyla da tat/lezzet kazanır.

Şimdi bu düşünceyi bir davranış üzerinde  deneyimleyelim:

 Davranış; insanın niyetinin, bilgisinin, inancının, duygularının dışa yansımış şeklidir elbette. Yani toprağın altındaki gibi insanın bedeninde görülmeyen o altyapıyı fark etmemiz gerekiyor.

Orayı nelerle dolduruyoruz, nelerle besliyoruz? Zira  oluşacak meyve hükmündeki davranış bunlara göre şekillenecek, değil mi?

İnsan davranışlarının en temelinde, inanç vardır ve insan Allah'tan habersiz kemâlâta eremez olgunlaşamaz.  Davranışları davranıştır ama olgunlaşamayan meyve gibi ya da tadı tuzu olmayan bir ürün gibi piyasaya çıkar.

Davranışın şekilleneceği ortam okuldur, arkadaşlardır, ailedir. “Allah’ım, beni sadık kullarının arasına kat” veya “Allah iyilerle karşılaştırsın” duasının kıymeti burada yatıyor. İnsan kendi nefsini, bilmekle tanımakla yola çıkmalıdır. Vahiyden kopuk, ondan irtibatsız tüm davranışlar insanın kendisine ve topluma zararlıdır diyemesek bile yeterince faydası olmaz.

Fikirler, düşünceler, ideolojiler, ibadetler... Dolayısıyla bunların bilgisi, zihnimize atılan birer tohum gibidir.

Atabımuaşeret dersinde davranış değişikliği bile beklemeyen umarsız, “anasının avudamadığı, babasının büyütemediği yani ailesinin eğitim veremediği kişiye ben mi eğitim vereceğim!” diyen zihni sahibi biri, bu dersi hangi gayretle yapacak. Vesselam.

AHMET TAŞTAN