Ahmet Taştan yazdı
Her cuma İstiklal marşı töreninden sonra gitmiş olduğu dernekte bilgisine bilgi, görgüsüne görgü katıyordu genç kız. Diğer arkadaşları gibi konuşulanların bazılarını telefonuna not etmeyi düşündü.
Fakat bu, onu sohbeti dikkatli dinlemesinden alıkoyacaktı. Bir cümleyi yazarken diğer bir cümleyi dinleyemeyecekti belki de. O yüzden kimseye hissettirmeden çantasının yanına koyduğu telefonun ses kaydı bölümünü açtı. Kayıt noktasına dokundu ve saniyeler ardından dakikalar hızlıca akmaya başladı.
O akşam iftardan sonra kaydettiği sesi, odasında bir kez daha derinden hissederek dinledi. Çünkü oruç ve nefis terbiyesi başlığı verebileceği bu konuşma koca bir Ramazan'da hayatında kalacak büyük bir değişimin sinyallerini vermişti.
“Bu mübarek günde oruç tutuyoruz. Oruç büyük bir eğitim. Oruçla eğitildiğimizi biliyoruz ama neyimizi eğitiyoruz? Nefsimizi. Batılılar nefis kelimesini bilmezlermiş, batıya şaşkın gözlerle bakan bazı gençler de bilmeyebilirler. Cismani bir yapısı yok belki ama mahiyeti itibarıyla ne olduğunu Rabbimizin kelimelerinden öğreneceğimiz şudur:
“Ona kötü ve iyi olma kâbiliyetini ilham edene ki”
Demek ki içimizdeki bu duygu ya da yönlendiricinin iyi veya kötü olma kabiliyeti varmış aynı kalp gibi. Hatırlarsanız bir hadis-i şerifte “insanda bir et parçası vardır ki o iyi olursa insan iyi; kötü olursa insan da kötü olur, denilmişti. Bu iki kutuplu nefsi, terbiye etmek için sanırım en büyük mürebbiye oruçtur.”
Ses kaydını durdurdu. Mürebbiye kelimesini ne demek olduğunu merak etmişti. Hemen Google'a yazdı ve terbiye edici, bakıcı, lala vb. anlamını öğrenince tekrar ses kaydını devam ettirdi.
Nefsin en büyük özelliği kendini beğenmek ve kibirli olmaktır şeytan misali. Zaten içerimizden nefis, dışarıdan şeytan insanı her daim, hak yoldan saptırmaya çalışır.
Azılı ve yola gelmez bir düşmandır insan için. Ne kadar tehlikeli bir mahluktur. Bir vakitler hangi kaynakta okuduğumu bilmiyorum şöyle bir bilgi hatırlıyorum: Allah, ruhları yarattığında “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” (Elestü bi rabbiküm) demiş, ruhlar da “kâlû belâ” (Evet) demişler. Biz o sebeple o günden beri müslümanız, deriz yani kâlû belâdan beri.
Fakat Allah, nefsi yaratıp aynı soruyu “Ben Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda nefis: “Sen sensin, ben de benim” diye cevap vermiş. Birçok eziyet gören nefse yine aynı cümleyi tekrarlamış Rabbimiz. Cevap da aynı olmuş “Sen sensin, ben benim!” En sonunda Allah nefsi aç bırakmış ve tekrar sorunca “Sen, benim Rabbimsin” demiş.
Kaydı tekrar durdurdu düşüncelere daldı genç kız. Bu içimizde Allah'a karşı gelen duygu ne kadar da kibirliymiş. Peki neden bizim içimize böyle bir şey konulmuş. Nefs olmasaydı, biz de zorlanmadan müslümanlığımızı yaşasaydık olmaz mıydı sorusu geçti aklından. Mutlaka anlamlı bir cevabı olmalıydı. Belki bir hafta sonra bu soruyu sorabilirdi. Dinlemeye devam etti.
Orucun, nefse karşı bu kadar etkili olması buradan geliyor sanırım. Fakat azmanlaşmış ve egosu şişmiş nefislerimiz, hakikatine vâkıf olamadığımız veya hakkını veremediğimiz bu aç kalmalarla ne kadar terbiye olur, bilmem.