Rızık sözcüğü mastardır. Sözlük anlamı başka birinin yararlanması için pay çıkarmak, nasip ve kendisinden yararlanılan her şey, terim anlamı ise Rabb’ımızın bize verdiği her şey demektir. Râzık rızık veren, Rezzak en çok rızık veren anlamında isimlerdir.

Molla Cami şöyle der: “Şer’î olarak Allah’ın canlıları yararlandırdığı her şey anlamında kullanılan rızkı arifler hem yiyecek, içecek gibi bütün cismanî gıdaları hem ilim, marifet, zevk ve manevî haller gibi bütün ruhanî gıdaları içeren geniş bir anlamda kullanır, Allah’ın bahşettiği, tasarrufuna imkân verdiği her şeyi kastederler. Bu geniş anlam sayesinde bize rızık olarak verilenlerin bir kısmını ya da tamamını infak etmemiz[1] mümkün olur. Allah muttakileri infak ettikleri için över.”[2]

Rızıklanma yararlandığımız her şeyle ilgili olduğu için Allah’ın rahmetinin en geniş zuhurudur.

Rabb’ımız “Çocuğun rızkını ve kisvesini babası sağlar.”[3] “Vâris olmayan yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunurlarsa bundan onları da rızıklandırın, onlara güzel söz söyleyin.”[4] ayetlerinde rızıklandırma amelini babaya ve veliye dayandırırken “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın üzerine olmasın.”[5] “Onların da sizin de rızkınızı veren Allah’tır.”[6] ayetlerinde rızıklandırma fiilini kendisine dayandırır.

Taksim edilen rızık yiyecek ve içeceklerle sınırlı değildir. Rabb’ımız şöyle buyurur: “Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik.”[7] “Onlar gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler.”[8] “Allah yolunda katledilenleri sakın ölüler sanma. Aksine onlar diridirler. Rabblarının katında rızıklandırılırlar.”[9] “Şuayb de şöyle dedi: “Ey kavmim! Bakın. Ya benim, Rabbımdan açık bir delilim varsa ve O beni katından rızıklandırmışsa?”[10] ayetleriyle hayra harcanan şeyleri, manevi mükafatları ve hidayeti rızık olarak tanımlar.

Akrabalar arasında ziyaretlerle güçlenen sevgi bağları, dargınlıkları sona erdiren basiretli adımlar, paylaşılan sevinç ve üzüntüler, beraberce çare aranan sıkıntılar, yaşlıların yalnız bırakılmadığı saatler, özverilerle beslenen huzur ve mutluluklar Rabb’ımızın bize rızıklarıdır.

Allah’ın resûlü şöyle der: “Her kim rızkının bol olmasını, ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin."[11]  "İyiliğe benzeriyle karşılık veren kişi tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla kişinin kendisiyle ilgisini kesenleri görüp gözetmesidir."[12] 

Merhum yazar Ali Nar, Yenişehir’de şöyle bir hatırasını anlattı:

-“Erzincan İmam Hatib Lisesi’nde çalışırken Kelam dersine giriyordum. Öğrenciler bir soru sordular.

-Hocam, rızık Allah’tansa, herkes kendi rızkını yiyorsa çalıp yiyen bir insan niçin sorumlu oluyor?

-Onlara bir şeyler anlattım ama kendim de ikna olmadım. O gün mektepten çıkarken öğretmen arkadaşlar Şeyh Dede Paşa’yı ziyarete gidiyorlarmış. Beni de çağırdılar. Beraber gittik. Biz sohbet ettiği odaya girince Dede Paşa konuyu değiştirdi. Bana dönerek şunu anlattı:

-“Benim efendim, Hazret-i Ali Efendimiz mescide giderken bir yoksul görür. Adama acır. Dilenci hali görmediğinden rencide olmaması için adama bir iş verse yapıp yapamayacağını sorar. Adam kabul edince atının yularını adama uzatır. “Şuna bakıver. Benim biraz işim var. Dönünce ücretini veririm.” der. Namazdan sonra gelir bakar ki at meydanda dolaşıyor ama atın takımları da adam da ortada yok. Yeni bir at takımı almak için gittiği takımcıda kendi takımlarını görünce takımcıya onları kimden aldığını sorar. Takımcı “Biraz önce tanımadığım bir adam geldi. 60 dirheme sattı.” diye cevap verir. Hazret-i Ali Efendimiz “Ben adama 60 dirhem verecektim. Ona Allah’ın katından 60 dirhem rızık çıktı ama sabretmeyerek helali harama çevirdi.” der. Benim efendim, işte böyle… Rızık Allah’ın katından her zaman tertemiz çıkar ama kul onu fasit niyetiyle harama çevirir.”

Yeme içme rızık olduğu gibi ilim ve muhabbet de rızıktır. Yenilip içilmeyen ve kullanmayan şeyler de manevi olarak amel edilemeyen ilim ve muhabbet de rızık sayılmaz. 

Çok çalışmak malı artırabilir ama rızkı artırmaz. Çünkü rızık, mukadderdir, taksim edilmiştir, maaşa, mala, çalışmaya bağlı değildir. Çalışmaya bağlı olsaydı her çalışanın rızkı çok, her çalışmayanın rızkı az olurdu.

Rızık daraltılıp genişletilebilir. Ancak takdir edilen bize verilir. Hiç kimse rızkını bitirmeden ölmez. Hiç kimse nasibinden fazla rızka kavuşamaz, rızkına kavuşup yemedikçe ölmez, istemese de rızkı kendisine verilir. 

İkircikli bir yetenekle yaratıldığımız için bize çalışmak, emrolundu. Rabb’ımız her şeyi sebepleriyle yaratır. O’nun rızkı vermesi başka bir konu, bizim çalışmamız başka bir konudur. Rızka Allah kefildir. Çalışmamız ise O’nun bize emridir. Biz rızık kazanmakla değil rızkı aramakla yükümlüyüz.

Şeyh Ebû Hâzım’a “Fiyatlar çok yükseldi, pahalılık var.” dediklerinde “Niçin üzülüyorsunuz? Bolluk zamanında sizi rızıklandıran Allah sizi pahalılıkta da rızıklandırır.” der.

Tevekkül çalışmayı, sebeplere tevessül etmeyi engellemez. Cenab-ı Hakk Kur'anı kerimde şöyle buyurur: “Doğrusu, insan için kendi çabasından başka bir şey yoktur.”[13] 

Bir adam Efendimize sorar: “Devemi salı vererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?" Efendimiz ona şu cevabı verir: "Önce deveni bağla, sonra tevekkül et.”[14] 

Tevekkül, sebeplerle tevessül ettikten sonra Rabb’ımızın hükmüne razı olmaktır. Böyle bir insan huzurlu yaşar, maişet noktasında kaygılanmaz, elem çekmez. Resûlullah Efendimiz -Allah ona salat ve selam etsin- şöyle buyurur. “Eğer hakkıyla tevekkül ederseniz Allah kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır.”[15] 

Rızık vermek Allah’ın işi, rızık aramak bizim işimizdir. Biz Allah’ın işine karışmamalı, kendi işimize bakmalıyız. İş kapısının bir türlü açılmayışına gelince Ataullah el-İskenderî şöyle der: “İstediğin şeyin gecikmesinden ötürü Allah’ı yargılama. Edebinin azlığından ötürü kendini yargıla.”
 


[1] “Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler.” Bakara, 3.

[2] Bkz. Abdurrahman Cami, Tefsirü Molla Cami, Çev. Davut Ağbal, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, s. 164.

[3] Bakara, 233.

[4] Nisa, 8.

[5] Hud, 6.

[6] Ankebut, 60.

[7] Zuhruf, 32.

[8] Bakara, 3.

[9] Al-i İmran, 169.

[10] Hud, 88.

[11] Buhari, Edeb, 12.

[12] Buharî, Edeb, 15.

[13] Necm, 39.

[14] Tirmizi, Kıyamet, 60.

[15] Bkz. Tirmizi, Zühd, 33; İbn Mace, Zühd, 14; İbn Hanbel,1/332.