Ahmet Taştan'ın köşe yazısı
“Acaba bu sözde bir gariplik var mıdır?” diye düşünmek gerek. Daha doğrusu “bir hinlik” yatıyor mu altında?
Yarın birileri kalkıp “biz zaten söz dedik” deyip sorumluluğu sırtından atabilir mi?
“Ey milletim, sana söylenecek şey sadece sözdür. Benden eylem beklemeyin. Ben ancak söz söylerim. Sözlerimin (vaadlerimin) büyüklüğü veya küçüklüğü önemli değil, önemli olan söylenen şeylerin yapılması değil, sadece “söz” olarak ifade edilmesidir. Sana söz, bana eylem...”
Hani vaktin birinde adamın biri aşevinin kapısında yemeklerin kokusunu derin derin çekiyormuş. Aşçı da ona: “Yemeklerin kokusunun parasını öde!” demiş. Fakir bir hayli şaşırmış: “Koku da mı parayla?” diye itiraz edecek olmuş ama kendisini Hoca Nasrettin’in huzurunda bulmuş.
Davayı dinleyen Hoca Nasrettin, cebinden bir para çıkarıp onu tahta zemin üzerinde yazı tura oyunu gibi ses yapmak üzere atmış. Aşçıya demiş ki: “Paranın sesini duydum mu?” Aşçı da “Evet,” demiş “Duydum.” Hoca da hükmü vermiş: “O zaman sen de o sesi al, git. Senin yemeklerinin kokusunun parası odur” demiş.
Bilmiyorum, meseleyi anlatmaya yaradı mı bu örneğimiz. Çünkü geçmişte sadece söz verip “havada kalmış” hatta belki de semaları doldurmuş onlarca söz dolaşırken “sana söz veriyorum” ifadesi galiba sadece sözden ibaret.
Olayları yanlış anlayan veya yorumlayan ya da meselelere farklı açıdan bakanlar, hakikatleri görmekte zorluk çekiyor. Kendi kafasındaki dünyayı “gerçek zanneden” bir insana güvenerek, verdiği ya da verebileceği sözlerinin, gerçek olmasını beklemek beyhude bir çabadır.
İnsan, geçmişiyle tanınır; yaptıkları ile bilinir. Yapacaklarına bir delil olarak mazideki sözleri gösterilir. İnsanın mazisi bir “amel defteridir.” Hem kişiliğini/karakterini gösterir hem de potansiyelini ele verir.
Diğer bir tarafta verdiği sözleri eyleme dönüştürmüş ve mücessem hale getirmiş, her birini görünür kılmış bir anlayışa güvenmek, akıllı adamın işidir.
Biri diyor ya “her girdiği seçimi kazanan insanı desteklemek ile her girdiği seçimi kaybedeni desteklemek” arasında ciddi bir fark olmalı.
Bu seçim belki bir at yarışı olsaydı... Hiç derin düşünmeyen bir insanın yine de yapacağı şey bellidir. Fakat insanın kararını etkileyen, gözünün önünü görmesini engelleyen, durumlarda yok değil.
“Bu sefer tamam, bu sefer gidici...” Bu sefer, bu sefer... On bir sefer olmuş... Aslında verdikleri sözler gibi bunlar da boş.
Eh artık akıl da yıpranmıştır, gözler de buğulanmış, kulaklar sağırlaşmış olabilir. Sonuçta onların da kararı karardır. Lakin bize göre aydınlık ifade etmeyen bir karardır.
“Hesap soracağız!” tehdidiyle parmak sallayanların toplumsal barışa nasıl bir katkısı olabilir. Tüm milleti nasıl kucaklayabilir.
İnsanoğlu alışkanlığının kölesi olur ya... Bence alışık olduğu hüzünleri tekrar yaşayacaklarına şüphem yok.
Hizmet siyaseti güdenlere bakınca şunu görüyoruz. (Bugüne kadar böyle bir seçim programı yoktur herhalde.) Her miting bir güzel gelişmenin/açılışın evvelinde oluşuyor.
Gemi yapıyorsun, uçak yapıyorsun, yol yapıyorsun, tren yapıyorsun ve hep bu sevgiyi, mutluluğu milletle paylaşıyorsun. Ne kadar sağlam bir duruş değil mi?
Gaz buluyorsun, inanmıyorlar. Fakat millet bu gazla Türkiye Yüzyılını doya doya yaşayacak. Vicdanı olan millet, görüyor görülecek olanı; duyuyor, duyulacak olanı... Ve biliyor yapacağını.