Ahmet Taştan yazdı
Duygu yüklü anlar, gözlerden yaşların akmasına vesile oluyor. Nefesler, duyulacak kadar derinden bir hırıltı şeklinde çıkıyordu. Bazıları gözlerindeki yaşı fark ettirmemek için başını öyleymiş, elinin tersiyle onları silmeye çalışıyordu.
Kelimeler, koca bir katar oluşturmuş tren gibi aheste aheste kulaklardan gönüllere iniyor ve gereken tesiri icra ediyordu. O gün Şehit Furkan’a verdiği sözü yerine getirmek istiyordu. Memleketin hangi şehrinde, gençlere hitap ederse Furkan’ı anlatan bu konuşmacı, bundan bereket umuyordu.
“Şehitler ölü demeyin. Onlar diridirler” ayet-i kerimesinin ruhları dirilteceğine inancı tamdı. Bu destansı hikaye devam ederken gece kalkıp kılınan teheccüd namazını ve ondan etkilenip Müslüman olan Hristiyan papazı, gemidekilerin birbirine olan muhabbetini, teveccühünü ve İslam kardeşliğini yüreklerde hissediliyordu.
“Bir saat direndikten sonra mücadeleyi bıraktık çünkü etrafta çok yaralı ve 10 kadar da şehidimiz vardı. Ellerimizi bağladılar, bizi sahildeki kıyıda beklettiler. İsrailli çocuklar da okullarından getirilmiş, ellerinde bayraklar sanki bayram havası var... Karşı caddeden Müslümanların esir edilişini kutluyorlardı.
Kendi öğrencilerine farklı bir bilinç ve şuur vermek amaçlarıyla bizlerin karşısına dikmişlerdi. Bir taraftan bizim moralimizi bozmak, bir taraftan da kendi çocuklarına bir ideal, bir ufuk kazandırmaya çalışan bir manzaraydı gördüğümüz.”
Konuşma salondaki sessizliği bölse de gençler tadı almıştı. “Beni en çok üzen şey esir Müslümanlardan bazılarının İsrailli askerlerden sigara talep etmesiydi. Yüzümüzü yere düşürdüler, onurumuza kara çaldılar böyle yaparak. Bu beni çok üzdü ve bir dahaki faaliyetlere sigara zâfiyeti olan arkadaşları davet etmemesi gerektiğini bildirdim İHH yetkilerine.”
“Furkan’ın babası oğlum sana layık bir baba olmaya çalışacağım” diyordu. Kayseri’ye ziyaretine gittiğimde “Furkan’a nasıl izin verdiniz?” diye sordum annesine. “Furkan, öyle bir çocuktu ki bizim bir dediğimizi asla ikiletmezdi. Her istediğimizi yerine getirdi. Şimdi bizden öyle bir şey istiyordu ki biz, ona hayır diyebilecek bir durumda değildik.”
Babası onun cenazesini morgda gördüğünde telefonun tuşlarına basıp “Furkan... Şehit... sabır...” diyebildi annesine. Furkan’ın annesi de “Elhamdülillah şehit annesi oldum” diye karşılık verdi.
Furkan, annesini çok seviyordu. Gemide vurulduğunda üzerinden çıkan notlarda “şehadet mi, annem mi?” diye not yazmıştı.
“Eğer ben şehit olursam annem çok üzülür ama şehadeti de çok istiyorum” yazmıştı. Furkan, Mavi Marmara’nın genç şehidi olarak toprağa verildi.
“Gençlerimizde şehadet duygusu oldukça Furkan gibiler asla bitmeyecektir. Nesil bitti, tükendi derken Furkan’ı görmek bizi tekrar bu nesne karşı büyük bir ümit var kıldı.”
Böyle söylüyor konuşmacı ve sürekli dinleyen gençlere; “siz bu vatanın, bu milletin, bu iyiliğin geleceğisiniz. Bu din, sizinle yükselecek. Siz İslamiyet’i hem yaşayacak hem de yaşatacaksınız. Her doğan gün, insana yeni ümitler verdiği gibi sizler de bu milletin ümidisiniz.”
Söz bitmese de belirlenen zaman tükenmişti, istemeyerek sözü balla kesip gençleri salondan uğurladık.