Zordur böyle bir dönemde dergi çıkarmak. Belki de delilerin, belki de gençlerin, belki de bir konuya kendini adamış insanların harcı olabilir.

İnegöl'de yayın hayatına giren, "Şehir, Fikir Edebiyat" alt başlığıyla önümüze gelen SİNE isimli dergiyi çıkaran gençleri tebrik ediyorum.

Takip edenler bilir, yazılarımda isim vermek pek adetim değildir.

Ama bu derginin ön kapağında sıcaktan sararmış yaprakların fotoğraf karesinin üst köşesinde yer aldığı ve siyah kayaların arasında sararmış otların ortasından geçen çitleri gördüğümüz fotoğrafın üzerinde üç yazı ve üç yazar ismi yer alıyor.

Mayıs-Haziran 2024 tarihlerinin uzerindeüzerinde notu düşülmüş.

Elime verildiğinde bir solukta okumayı bir görev bildim. Ahmet Ünver kardeşimin, "Bir edebiyat öğretmeni gözüyle inceler misiniz?" diye önüme uzattığı dergi, güzel bir edebiyat ve kültür dergisi mahiyetinin ip uçlarını hissettiriyordu. 

Cemil Meriç, dergiyi: "Hür tefekkürün kalesi" diye tanımlamıştı. Böyle bir çalışmanın İnegöl'de çıkması bizi memnun etti.

Zira bendeniz de okulumda, Yazarlık Kursu düzenler her dönem bir dergi çıkarırım, gerektiği ilgiyi görmese de.

Dergideki edebi dili beğendim. Bazen teklifler ve tespitler yer alan "Bir Şehir Projeksiyonu" isimli yazıda bunları gördüm.

Ömer Seyfettin'in hikayeleri ile alakalı, Talha Saraç tarafından yazılmış doyumsuz yazıyı da altını çizerek, yanına yıldızlar dökerek okudum.

Ancak şu cümleyi beğenmediğimi de söylemeliyim: "Pek çok eserinde yer alan pornografik ögeler ve sadistçe hadiseler de onun öykülerini bir çocuk öykücüsü sıfatıyla yazmadığını destekler niteliktedir.

" Yazarın eksikliğini göstermiş olması iyi bir tahlilin sonucudur diye düşünüyorum. Zaten yazarımız, "kanaatindeyim" cümlesini Ömer Seyfettin'in dünyasını anlatırken özümsediğini ve kendi kanaatini belirtmesi açısından çok orijinal görünüyor.

"Sineye Çekilenler" başlığı altında, İnegöl köftelerinin parmak şeklinde bilinmesi, gürültü, İnegöl'ün martıları, halı saha yetersizliği gibi bir takım sorunlar ve teklifler dile getirilmiş.

Bir sonraki sayfada Selimcan'ın yazmış olduğu bir hatıra yazısı var. "Öyle ya, anaların da kokusu vardır" cümlesinin altını çizmişim.

Güzel tasvir ve betimlemeler kendini gösteriyor. İnsan, yapılan bu tarifler arasında kendini hayalen hissedebiliyor:

"Büyük derin bir nefes ve ardından bir yudum kahve. Her adımda şükür sebebi köknarlar, kayınlar, karaçamlar, meşeler, kuzu kulakları, yaban erikleri ve nihayet yükseklerde moru ile sırasıyla gün doğumu. Ne uzak ne yakın, belirsiz bir ağaçtaki kuş sürüsü hala uyanmaya çalışırken, her bir adımına da topraktaki gazellerin hışırtısı eşlik ediyor. Tam anlayamadığı bir koku var. Bir süredir yağmur yağmamış. Toprak kokusu değil, belki de derilerdeki bir ana kendisini hatırlatıyor..."

Örnek olarak yazılabilir.

Devam edecek

Ahmet Taştan