Ahmet Taştan'ın köşe yazısı

Önüne bırakılan kâğıtta yazılanları okurken kulağına, masanın önünde duran yeşil montlu, saçına sakalına aklar düşmüş edebiyatçının emir veren gür sesini duydu.

“-Evde yapamayacağınızı tahmin ettiğimden derste yazacağımız hikayelerimizle performans ödevinizi ifa etmiş olacaksınız. Açıklamalara dikkat ediniz. Kağıdın ön yüzü ile arka yüzü dolmuş olmasını istiyorum. Fiziki ve ruhsal özellikleri belirtilmiş, zaman ve mekana ait özellikleri verilmiş, kısa diyalogların olduğu giriş gelişme sonuç bölümleri bulunan bir hikaye yazacaksınız.”

“-Hocam, durum hikayesi de olur mu?”

“-Hikaye değil mi, yazarsan olur tabii. Gerçi o tür hikayelerde giriş gelişme sonuç olmadığı gibi belli bir sonra yoktur, okuyucu üzerinde izlenimler bırakır o kadar.”

Genç kız, açıklamaların yazdığı paragrafın altında başlık olarak BU, ONUN HİKAYESİDİR ibaresini okuyunca kalemine sarıldı. Parmaklarına hâkim olamıyordu. Koşuya başlayacak deli taylar gibi oynaşıyordu. Daha fazla duramayacaktı, lütfen sessizlik arkadaşlar uyarısından sonra bir ses

“-Hocam bir fon müziği açabilir misiniz” dedi. Müzik başladı ve kalem, kara dumanlar savuran bir tren gibi hızla yol alıyordu ardınca anlamlı kelimeler bırakarak.

“Bu, evet O’nun hikayesidir. Kimdir O? Ben ve Sen olmayan onun hikayesidir. Söyleyecek o kadar çok söz var ki onun hakkında. Zira o burada değil. Bizi duymadığından söylediklerimizden alınacak gücenecek hiçbir tavır geliştiremez ve karşılık dahi veremez.

Lakin benim ağzımdan çıkacak her söz onun hakkında olacaktır ama en çok beni gösterecekti. Onu ne kadar tanıdığımı, onu nasıl gördüğümü de ele verecektir. Ona karşı kullandığım kelimeler bile yüreklerimiz arasındaki mesafeyi de yakılığımız veya uzaklığımızı da gösterecektir.

Halbuki ben onu anlatmak istiyorum. Kolumu en gergin hali ile ileriye uzatıp sıkılmış yumruğumdan işaret parmağımı ayırarak işaret ettiğim onu. O böyledir, o şöyledir dedikçe sen bana mı bakacaksın ona mı?

Evet, sen dikkatli biri isen onun altına gizlendiğim beni fark edeceksindir. İşaret ettiğim kişi tek parmakla gösterilirken kıvrılmış üç parmağın beni göstermekte olduğunu fark edersen seni kutlamak isterim dostum.

Şimdi sana dostum dedim ya, onu düşmanım mı bellemeliyim? Tabii ki hayır onun hakkında daha bir kelime bile sarf etmemdim. Zira onu tarif edecek her kelime beni ele verecek diye korkuyorum.

Öyleyse o beni korkutuyor mu? Ondan mı korkuyorum kendimi ele vermekten mi? O sevdiğim biri mi yoksa nefret ettiğim birisi mi? Farkındaysan hala kendimi gizliyorum. Onun hakkında kullanılacak olumlu veya olumsuz kelimeleri yan yana getirip soru eki ile bağladığımda yine beni tanıyamıyorsun değil mi?

Uzun lafın kısası, sen onunla birlikte olduğunda bu sefer ben o oluyorum. Yani onunla ben yer değiştiriyorum ama sen aynı kalıyorsun. Son olarak o, ben ve ben, o isem, o ayna mıdır? En güzel noktaya geldik sanırım. O, benim aynamdır.

Kendimi kendisinde seyrettiğim o,  aslında benim. Öyleyse seviyorum onu. Yani kendimi seviyorum diyorum şimdi. “O”nun hikayesini yazacaktım değil mi? Alfabenin bilmem kaçıncı sırasında “N” den sonra safta yerini almış bir sesin resmidir, o denilen dairesel yuvarlak.

Dil bilgisi kuramcılığının ya da dil felsefesinin içinde yolumuzu kaybetmeden aynanın karşısına geçip “ben” i seyredeyim.

Çok keyifliymiş başkası sanılan onun hikayesinde kendini bulmak “aaa ne kadarda beni anlatıyor denilecek bir ifade bütünlüğüne rastlamak. Yine de dikkatli olmalıyım ki onu kaybedersem kendi hikayemi nasıl okurum?”

Hikayesini, bitirmiş ve öğretmen masasına kağıtların altına sürmüştü. Ancak hocası fark etmişti. Hemen çekti kağıtların arasından, göz gezdirdi hikayenin farklı satırlarına. Bunu beğenmişti. Misafir kalemler başlığı altında yayınlanması için Genç Gazeteye yollayacaktı.