“ Asra andolsun ki insanlık ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisnadır.” ( Asr Suresi)
Asr; zaman, çağ, yüzyıl anlamına geliyor. Kâinatın sahibi tüm insanlığa sesleniyor, yemin ediyor, insanlığın ziyanda, boşlukta ve gaflette olduğunu söylüyor. Ziyandasınız derken zararda olduğumuza vurgu yapıp, zamanımızın, hayatımızın, beden ve ruhumuzun, bize verilen tüm nimetlerin farkında ve idrakinde olmamızı hatırlatıyor. Zaman, akıp giden en değerli sermaye, en kıymetli hazine bilene ve görene… Ne yazık ki en çok zayi edilen, içinde iken fark edilmeyen, hoyratça harcanan, şükrü eda edilmeyen bir nimet. Oysa ömür dediğin üç vakitten ibaret değil midir? Dün, bu gün ve vade varsa yarın. İnsan nisyan oluşundan olsa gerek hep ziyana uğradığında anlar bu durumu, kimi zaman vaktinde, kimi zaman vakti geçen de. O yüzden Güzeller güzeli, kıymeti bilinmeyen iki nimeti sayarken; “sağlık ve boş vakit” diyerek bizlerin dikkatini çekmiştir. Dervişler Rahmet Elçisi’nin buyruğunu doğru anladıklarından vaktin evladı olmayı prensip edinmiştir. Anın bilincinde ve kıymetinde olmak. Mevla mızın ziyana uğrayanlar dediği insanlar zümresinden uzak olmak, Kuran-ı Kerim ‘in adeta özü mahiyetinde şu dört hususunu bir arada tutabilirsek mümkündür.
“ Ey iman edenler, iman ediniz.”( Nisa Suresi; 36) İnanmak, sağlam ve güçlü bir şekilde seksiz ve şüphesiz, tereddütsüz, tüm hücrelerimize iman etmek. Ayeti kerimenin inananlara haykırdığı açık, kalbinizi, ruhunuzu, nefsinizi her türlü şirkten, pislikten arındırarak, tüm benliğimizle inanmak.
İnanmak; bir işe başlarken en önemli başlangıç ve ön şart. “ Hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir”, sözü ile Bediuzzaman, imanın önemine ne kadar güzel açıklamıştır.
İmanın hemen ardından salih amel kavramı çıkıyor karşımıza. Nedir salih amel; Allah’ın rızasına uygun kendine ve insanlığa faydalı her türlü güzel davranış ve fiiller. Demek ki kişi sadece iman etse yeterli değil, amelleri ile yaptıklarıyla bunu uygulamalı ki tam olsun. Salih amel olması için hem kendimize hem çevremize yararlı olması gerek. İlim öğretmek, faydalı bir buluş, iyiliği yaymak, kötülükten sakındırmak, doğayı temiz tutmak, ağaç dikmek, ihtiyaç sahibi kimseleri, yetim ve öksüzleri koruyup kollamak, insanların haklarına saygılı olmak gibi saymakla bitmeyecek fillerimiz salih amel kapsamındadır. Mümin olmanın en önemli şartıdır elbette. Aslında mümin olmak demek kâmil manada insan olmaktır, her hali ve tavrıyla yaratılış gereği yaşamak. O yüzden arifler insan için; “zübde-i âlem” yani kâinatın özü ifadesini kullanmışlardır.
İman edip salih amel işlemek sonrasında “hakkı tavsiye etmek” kavramı çıkıyor karşımıza. Hak; doğru olan şey, hakikat anlamına geliyor. Mümin olan kimse önce hakkıyla inanacak ardından davranışlarını hayırlarla faydalı işlerle süsleyecek ve sonrası gerçeği, hakikati tavsiye edecek, diyor Rabbimiz.
Bir nevi önce kendini, halini düzeltecek ki özü ile sözü bir olsun, karşısındakine nasihat ederken bir anlamı olup karşılık bulsun. Mümin bir duruş sergileyen kişinin söylemleri samimi bulunacaktır çünkü. Özü sözü bir olmayanların cirit attığı şu ahir zamanda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey dürüstlük, açıklık ve samimiyet değil mi zaten? Müminliğin gereği önce kendimizi düzeltmek bununla beraber hakikati yaymak ve tavsiye etmektir, cesurca her durumda ve koşulda azim ve kararlılıkla mücadele etmektir.
Ve sonrası “ sabrı tavsiye etmek”, sabır; dayanmak, dayanıklılık, zorluklar karşısında cesaret ve metanetini yitirmeden sıkıntı ve zorluklara katlanmak, doğru yolda yanlışlara sebat etmektir. Mümin kişi inandığı yolda yürürken salih amellerle Rabbinin rızasını kazanıp, hakkı tavsiye edecek elbette karşısına musibet ve zorluklar çıkacaktır. Öncelikle bu durumlara metanetle direnecek ardından çevresine, insanlığa sabrı tavsiye edecektir. Dünya imtihan yeri olduğunu unutmadan tabiri caizse “ bu da geçer ya HU “ diyebilmelidir. Sabır, öylesine bir kenarda oturup sessizce beklemek değil, elinden geleni yapıp Rabbimize dayanmak, hak için direnmektir. Ve sözün özü;
“ İslamiyet’i öyle diri yaşa ki; seni öldürmeye gelen, sen de dirilsin.” ( Sezai KARAKOÇ)
Sevda ÇEVİK