Salih Erol'un Köşe Yazısı
Geçen hafta yaptığımız bir yurt gezisinden bahsedeceğimiz bu yazının başlığını: “İris’in İzinden Bir Yolculuk” olarak düşündüm.
Peki ama İris kimdir, nedir bilir misiniz?
O, hem soyut, mitolojik bir varlık; hem de Anadolu’nun ortasından doğan; bu topraklara bereket katan somut bir ırmaktır. Biz onu: “Yeşilırmak” olarak tanırız ve hâlen kız çocuklarına: “İris” diye isim verenlerimiz vardır. İpince bir tülle kaplı güzel gözlü kız suretindeki İris, Pontos’a akar. Anadolu’nun koynundaki gözeneklerden çıkardığı suları bir araya getirerek baba memleketi Pontos’a götürür peşi sıra. Pontos: Bizim Karadeniz’imizin antik çağlardaki adıdır.
İris’in ayağı tezdir; yel gibi uçar adeta. Bizi İris’e götüren Hattuşalı babayiğit Recep de bu bakımdan İris’e çok benzer. Bu güzel yurt Türkiye’yi gezecekseniz Recep Babayiğit ile birlikte gezeceksiniz. Müzik, mitoloji, tarih, coğrafya, edebiyat … hepsi iç içe, harmanlanmış bir seyahat olur o zaman.
Mitolojik İris yerdedir ama dâima gökkuşağını takip eder; çünkü onunla özdeşleşmiştir. İris’te tanrı vergisi güçlü bir çekim vardır. Ben, o çekimi; İris’in Çekerek ırmağını nasıl içine çekip sakinleştirdiğini gördüm. Haylaz bir oğlanı yatıştıran sakin bir abla gibiydi İris.
Zaten bu özellikleri sayesinde eski inanışa göre İris, Tanrı’nın insanlar nezdindeki aracılığını yapmıştır. Başka mecralarda delice akan Çekerek, Kelkit gibi büyük ırmakları da cezbederek bünyesine katması onun güzel gözlere sahip oluşundan çok, bu elçilik tecrübesinden kaynaklanır. O toplamış olduğu gittikçe büyüyen gözler ve edindiği güçlü kollarla Pontos (Karadeniz) diyarına geldiğinde artık: “Yeşilırmak”tır.
İris’i betimlemeye çalışan yukarıdaki nâkıs (kusurlu/eksik) sözlerimizi bir yana bırakarak, bizim: “Bir ırmak doğuyor!” başlıklı gezimizin anlatılması nispeten daha kolay hikâyesine geçelim! Bu arada başlığı benim seçme imkânım olsaydı, herhalde: “Bir Irmaktan Akmak” başlığını verirdim bu seyahate. Bizim burada yaptığımız şey tam olarak kendimizi İris’in akışına bırakmaktı çünkü. Yine de başlık kısmı o kadar mühim bir mesele değil. Önemli olan içeriktir her zaman.
Yurt gezginlerinin bu 2023 Ağustos sıcağında tâ İstanbul’dan kalkıp, İris’in gözlerinin doğduğu yere gitmesi ve oradan zorlu parkurlar takip ederek, yüzlerce kilometreyi kat etmesinin esas nedenini nasıl açıklamak gerekir?
Gerçekten durup durup onu düşünüyorum! Bir akarsuda bizi çeken şey nedir?? Yolculuk sırasında, hem de tam da Kızılırmak’ın üstünde iken bir daha okuduğum Hasan Hüseyin’in Kızılırmak kitabından cevabı bulur gibi oluyorum: “ey benim yaratan tedirginliğim, tutsak yanım, dinmeyen sızım ey! … durup durup kaygulanmak gibi bir şey bizim bu sularla akıp gitmelerimiz… yorul ey gayrı.. akma ey su!” … diye su gibi yazıyor koca şâir.
Acaba biz, hiç ölmeyeceğimizi, tıpkı bir akarsu gibi güçlü bir denizin/okyanusun/ummanın parçası olduğumuzu daha net hissetmek için mi Sakarya’yı, İris’i takip ettik ve Büyükmenderes’i takip etmeyi düşünüyoruz?? Benim şahsen cevabım bu sorulara: “Evet” demektir. Bir nehri takip etmek, bir bütünün parçası olarak ezelden ebede sonsuz olduğumuzu hissetmektir bana göre. Gezideki yoldaşlarıma ve siz kıymetli okurlarıma düşünmeleri için çok önemli bir sorumdur bu. Tabi, herkesin soruya yaklaşımı kendince olacaktır.
27 Ağustos Cumartesi sabahı İstanbul’dan yola çıktık. Ben ekibe Kartal’dan dahil oldum. On üç kişiyiz, daha katılacaklar olacak. İstanbul çıkışında TEM otoyolu kenarında, Sapanca Gölü yakınlarındaki Berceste’de ilk molamızı veriyoruz, kahvaltı etmek için. Ben arabanın sağ tarafında bir koltuğu bilerek seçiyorum. Çünkü Bolu yolumuzun üzerinde sağ tarafta kalıyor. Tam oraya geldiğimizde selam vereceğim. Selamımız Bolu beyine değil; Köroğlu Ruşen Ali’ye ve Bolu halkına gitsin! Bu arada birkaç yıldır uzun bir direğin üstüne atıyla uçarcasına bir Köroğlu heykeli koymuşlar. Ardındaki Bolu dağlarından daha yüksekte gibi duruyor. Muhteşem!. Bir fotoğrafını çekiyorum.
Rehberimiz, mihmandârımız, pirimiz Recep’i Kayaş’tan almamız gerekiyor ama biz bunu yanlışlıkla: “Ayaş” diye biliyoruz. Bu yanılgıyla otoyoldan çıkıp Ayaş’a gittik. İyi ki de gitmişiz! Ayaş’ı da görmüş olduk ki, kesinlikle görülmesi gereken güzel bir belde. Yol kenarından Ayaş’ın güzel meyvelerinden alıp dönüyoruz Ankara – Samsun yönüne ve Kayaş’ı buluyoruz bu sefer.
Kayaş, Ankara’nın doğusunda yer alan ve Yozgat – Sivas – Doğu Anadolu yönüne giderken geçilen önemli bir mevkinin adı, aynı zamanda bir belde. Recep bizi yol kenarındaki benzinlik istasyonunda iki saat kadar beklemiş. Sonunda kavuştuk ona, büyük bir meşe ağacının altında soluklandık bir müddet.
Daha gidilecek uzun bir yolumuz var ama biz sadece varacağımız yerleri düşünerek geçtiğimiz yerlere gözümüzü, gönlümüzü kapatmıyoruz. Yolun her anından keyif almak lâzım. Bekle bizi Yozgat – Sorgun - Bahadın, Sivas – Zara – Güllüali, Çekerek – Kızıldere – Almus – Tokat – Turhal - Zile, Amasya - Taşova, Ayvacık - Çarşamba…
Daha gidilecek bin kilometre yolumuz var..