Meyhânenin açılmasından şikâyetçi olan birçok kişi var ve o şikâyetçilerin sözcülüğünü yapan da bir başka Gayr-i Müslîmdir. Meyhâneyi açan Rum; şikâyetçi olan ise bir başka Rum. Yani Müslüman için problem yok! Meyhâne mi açılmış, gider meyimizi içer; ortalığı da dağıtırız evvel-Allah!
Şikâyetçinin adı Madiros, mesleği ise inşaat kalfalığı. Madiros, mahalli yetkililerden ümidini kesmiş olmalı ki, şikâyet dilekçesini İstanbul’da bulunan Dâhiliye Nazırlığı’na veriyor. Dilekçesinde özetle şöyle diyor:
“Bursa’nın Yenişehir Kazasında daha önceleri hiçbir meyhane yokken, şimdi Rum Milletinden birisi hem de şehrin ortasında kanunsuz bir biçimde iki tane meyhane açmıştır. Bu meyhanelerde toplanan zorba ve sarhoş kimseler içip içip mahallemize, ailemize saldırmaktadırlar. Bu zorba sarhoşların en belalısı ise Mekirköylü Canbazoğlu Hüseyin’dir. Gece ve gündüz meyhaneye gelen Hüseyin, evlerimizin de içine kadar girmekte ve bizleri silahla tehdit etmektedir. Bu kabadayının daima üzerinde açıkça silahı vardır ve –sizleri öldürürüm- diye bizi korkutarak haraç almaktadır. Biz istiyoruz ki, şeri mahkemelerde ve yargı meclisinde bu türden zorba ve sarhoş kimseler mahkûm edilsin. Ayrıca yasak olmasına rağmen mahallemizde kurulmuş olan bu meyhaneler derhal kapatılsın. Aksi takdirde biz çok sayıda Yenişehirli aile olarak, ailelerimizi alıp, bu şehirden göç etmek zorunda kalacağız. Gereğinin bir an önce yapılması …”
Şikâyet dilekçesi üzerine dönemin İçişleri Bakanlığı hemen Bursa Valiliği’ne resmi bir yazı göndererek, olayın üzerine gitmesini emrediyor. Söz konusu meyhânelerin kapatılması ve adı geçen şahısların mahkeme huzuruna çıkarılması isteniliyor.
Muhtemelen Yenişehir’deki bu meyhâne, kapatılmıştır. Olayın tam olarak nasıl çözümlendiğini gösteren başka bir belgeye rastlayamadığımızdan yine de kesin bir şey söyleyemeyiz. İşte, bu dilekçe, bize kasabanın yüz elli yıl önceki halinden ilginç kesitler sunuyor. Örneğin o dönemde nüfusun dinî ve etnik yapısının günümüzdeki ile hiç benzeşmediğini, hatırı sayılır miktarda Hıristiyan nüfusun bulunduğunu, şehrin en hareketli ve merkezi mahallesinde bunların oturduğunu ve Müslümanların deyimiyle “Gavur mahallesi” olduğunu öğrenebiliyoruz.
İşin enteresan bir noktası da küçük bir şehir olan Yenişehir’de meyhâne açılmış olmasına rağmen şehrin büyük çoğunluğunu oluşturan Müslüman ahaliden bir tepki gelmemiş olmasıdır. Şikâyette bulunanların Gayr-i Müslîmler olması dikkat çekicidir. Üstelik meyhânede ölçüsüzce içip kendini kaybedenlerin ve etrafa saldıranların daha çok Müslümanlardan olmaları da işin ilginç bir başka yönüdür.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; tarih her türlü ezberi bozacak kadar zengindir ve bize yüz yıllardır meyhâneyi seven bir toplum olduğumuz gerçeğini hatırlatıverir. Meyhâne konusunda “Şer’i” Osmanlı ile “Lâik” Cumhuriyet arasında pek bir fark yoktur. Biz içmeyi severiz; içip de kendini kaybeden kabadayılarımız hep olmuştur. Dileyene mescit; dileyene meyhâne!
DR. SALİH EROL