Binlerce yıldan beri uyguladığı klasik öldürme yönteminden usanan ölüm,  bu kez farklı yöntemlerle yapmaya kalkışıyor bu işi..

Ölümü yaklaşan kişilere bir hafta öncesinden öleceklerini eflatun renkli zarflarla bildiriyor. Bu ilginç yöntem beraberinde yeni sorunlar getirse de insanlar için ölümsüzlük durumundan daha iyi karşılanıyor.

Romanın üçüncü ve son bölümde ise, bir ölümlü tarafından şaşkınlığa düşürülen ölümün içine girdiği ve acemiliğini ortaya çıkaran yeni ve özel bir durum işlenmiştir. Şöyle ki, ölümlülere her gün zarflar göndererek, onlara ölüme yaklaştıklarını haber veren ölüm meleğinin gönderdiği zarflardan bir tanesi –nasıl oluyorsa- tekrar ona iade ediliyor.

Bu, bir ilktir ve bu kez şaşırma sırası ölü meleğine gelmiştir. Bu şaşkınlık insanlığın çıkışından beri bu işi yapan usta ölüm meleğini acemileştirecek ve (mektubu tekrar ölümlü faniye verememek, ona âşık olmak ve uyumak.. gibi) bir dizi hataya sürükleyecektir.

Sonuç olarak, pek özet değindiğimiz bu kurgu roman, bizi yaşam- ölüm – ölümsüzlük – yaşlılık gibi konular üzerinde bir kez daha düşünmeye zorlayacak türdendir.

Mesela, Ölüm gerçekten kötü bir şey midir? Peşinden koştuğumuz ve özlenen, hayal edilen bir ölümsüzlük durumu –eğer gerçekleşirse- tümüyle mutlu bir tablo mu elde edilmiş olur; yoksa yeni ve çok daha sıkıntılar/sorunlar ortaya çıkar mı? Ölüm dursa bile yaşlanma durur mu? Doğumların devam etmesi durumunda ölümsüzlük büyük bir kaosa, çıkmaza yol açmaz mı???

Cevapları belki de hiçbir zaman kesin olarak verilemeyecek bu ve benzeri bir çok sorudan sonra insanda şöyle bir kanaat da hasıl olabilir: Yaşamın, doğumun, büyümenin ve yaşlanmanın olduğu yerde ölümün olması gayet doğal bir şeydir. Ölümün ne zaman ve nereden geldiğinin belli olmaması da olmasından daha iyi bir şeydir.

Sözü romandan defterime kaydettiğim birkaç alıntı cümle ile bitirelim!

Meşhur kimyager Lavoisier’in dediği gibi, doğada hiçbir şey yoktan var olmaz; hiçbir şey de yok olmaz; her şey şekil değiştirir.

Yaşam adını verdiğimiz geçici sözleşmenin iptalidir ölüm.

İlk yenilgi en çok acı verendir ama sonra alışılır.

Tanrının durumu ise farklıdır. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın o, insanların gözüne görünemez. Bu, onun buna muktedir olmamasından dolayı değildir, O her şeye kadirdir; sadece kendi yarattıklarının karşısına nasıl bir yüz ifadesiyle çıkacağını bilemez.

Yaşam, enstrümanları akortlu da olsa, akortsuz da olsa, devamlı çalan bir orkestradır. Sürekli batıp tekrar su yüzüne çıkan bir titanike de benzetebiliriz.

Nihayetinde ölüm konusunda da Tanrı hakkında da anlatılanlar hikâyelerden ibarettir. Bu anlattığımız da onlardan biridir.

DR.SALİH EROL