Değerli Mustafa Hocam,

Uzun bir çalışma sonucunda ortaya çıkarmış olduğunuz  “Aşk Yolunda Bir Ömür” ÜFTADE (K.S) isimli eserinizi susuz bir insanın ruh haliyle okudum. Araya giren başka işler olmasa daha yoğun bir okuma sonrası bu mektubu daha erken yazabilirdim.

Bizi Allah dostlarının yanı başına çeken, onların meclisine diz çöktüren bu eser, yaşadığımız dünya şartlarından kopartıp güzel insanların arasına dahil etmiştir. “Sadıklarla beraber olmayı” talep eden duanın girdabında dolandım üç dört gündür.

Değerli Hocam,

Torunu olmaktan gurur duyduğunuz Üftade hazretlerinin menkıbevi hayatını, roman tekniği içinde güzel şekilde yazmanız ben gibi okuyucular tarafından takdirle karşılanacaktır. Şu bir gerçektir ki insan, hakkında bilgi sahibi olmadığı her şeye yeterince değer vermeyi bilmiyor. Bu cehalet, Allah dostları hakkında olduğunda daha vahim neticeler ortaya çıkarıyor toplumda. Maneviyat ikliminden uzaklarda sürünerek hayat yaşayan varlıklara dönüştüğünü fark ediyor insan bu güzel eserleri okuyunca.

Satırların üzerinden hızla akıp giden bakışlarım zihnimde hangi izleri bıraktı diye merak ederseniz bir kaç örnek verebilirim.

Abdal Mehmet ve küçük Mehmet ile başladık yolculuğumuza... Sonra o Çoban kayasının tepesine çıktık... Saçlarımızı geriye atıp görebildiğimiz kadar uzaklara ve geleceğe baktık.

Camilerde müezzinlik yaptık... İlim öğrencisi olmak ile geçimi sağlayacak bir meslek sahibi olmak arasında baba baskısıyla tereddütler yaşadık... Manevi iklime gönül verirken bizi yücelere ulaştıracak insanların ne kadar nadir insanlar olduğunu fark ettik... Sonra babasını toprağa, kız kardeşini damada; annesi de kızının yanına verdikten sonra Ulu Camide bir odaya çekildik çocuk Mehmetle.

Sırtımızda Hızır Dedeyi Çekirgedeki hamamlara götürdük... Kelime-i tevhid'i bolca zikrettik... Halkın içinde Hakla beraber prensibi ile Celvetiye’nin ilkellerin dinledik... Yum gözünü, aç gözünü dedik, bir anda hacca gittik geldik... Güzel talebeler bulduk, onları yetiştirdik... Her işimizi Allah'tan aldığımız işaretlerle yaptık... Hızır Dedeye dost olduk... Tasavvufun inceliklerini, güzel ahlakı kürsülerden dinledik, ete kemiğe bürünmüş halini gördük... Devlet adamlarından hiçbir şey almamayı prensip edindik... Vâkıat kitabını yazdık satır satır... Çocuklarımızı terbiye etmeyi öğrendik yaşına başına bakıp görev vermeyi de... Dünya yüzümüze gülmeye başladığında göçüp gitme vaktinin geldiğini fehm ettik... Oğul Mehmet ile Mustafa'yı tanıdık, Aziz Mahmut Hüdai’ye hayran olduk, Kemal Dedeye ise meftun... Mevlana'dan Mesnevi öğrendik, vaaz verdik hikmetli sözler eşliğinde... Misafir olduğumuz ev sahibinin kızının tekrar hayata döndüğünü gördük ve İsa (as)’ın mucizesi düştü aklımıza... Kastamonulu Şaban’ı sevdik yüce mertebelere vasıl olurken... Gelen giden her misafire yüksünmeden yıllarca hizmet eden anamıza hayran kaldık...  Mustafa'nın küçük yaşta yetim kalan çocuğunun Aziz Mahmut tarafından hocasına minnet borcu öder gibi yetiştirmesini, kemale erdiğini, padişahların derin hürmet gösterdiklerini izledik... Devlet adamlarına her daim duacı olduklarını satır satır okuduk.

Değerli Hocam,

Bazı sayfalarda duygularımın coştuğunu, gözlerimin yaşardığını, içimi titrediğini hissettiğim zaman kelimelerin gücünü/kudretini daha iyi kavradım. Bir roman tadıyla yazılmış ama mekan ve zaman tasvirlerine boğulmadan; fikir, düşünce, hal ve olaylar anlatılmış. Sanki Kur’an-ı Kerim’deki kıssa etme üslubundan ilhamla yazılmış satırlardı bunlar.

Eğer bir gün tekrar Bursa'da Üftade'nin kabri başında Fatiha okuma imkanım olursa bambaşka bir ruhla olacak, şimdiden hissediyorum bunu.

Elinize ve gönlünüze sağlık...

AHMET TAŞTAN