Tarih ve edebiyat ilişkisi üzerine Hatice Uzer'in yazmış olduğu yazı, bir edebiyat öğretmeni olarak dikkatimi çekmedi değil. Zaten her senenin başında  edebiyatın diğer ilimlerle ilişkisini anlatırken, en yakın kardeşiymiş gibi olan tarihle nasıl bir bağlantısı olduğunu, nasıl yakın değil iç içe olduğunu  söyleriz. “Her tarihsel roman yazılırken kapsamlı bir tarih okuması gerekir.”

Genel ve iyi bir tespit ettikten sonra söz konusu yazar hakkında şunu der:  “Normal bir tarih kitabından maddeler ve başlıklar halinde yazılan teorik tarihi bilgiler, romanın sinematografik kurgusu ile okurun görsel hafızasına hitap eder. Dönemin insan tipini, adetini, gelenek ve göreneklerini konu edinir. Osmanlı'nın kuruluş kahramanları olan Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve yol arkadaşları Alpleri, Şeyh Edebali, Dursun Fakih ve Bacı Bey üzerinden Söğüt civarındaki Osmanlı yaşam tarzını bizlere destansı anlatımıyla sunar Kemal Tahir'in eseri Devlet Ana'da.”

Sonra Oğuzhan Zengin'in "Yankılar" arasındaki şiiri ile karşı karşıya geliyorum derginin ilerleyen sayfalarında. Altını çizmeden duramadığım satırlardan birkaçını da burada zikredeyim:

"Doğum günü kutlamayı sevmeyenlerdenim ben. Modernizmin yaftalamalarına karşıyımdır ben.

Şiir yazacak kadar küstah değilim ben. Beni anlamak şiirlerimden geçer fakat.

Şu son satır, sonuna olabilir biliyorum farkındayım: Sen şiir olacaksın ben şair. Seni ilmek ilmek dokuyacağım.”

Kelimeleri medeniyet hapishanesinden kaçıracağım ama kelimelerim kaçak olmayacak..." Güzel ve etkileyici satırlar olarak göründü gözüme bunlar. Özgün ifadeler, tatlı imgeler insanı etkiliyor.

Derginin ihtiyaç sahibi Ahmet Ünver'in "Bir Akademi Huviyetinde Aydınların Meclisi" yazısında altını çizdiğim satırlar beni eskiye götürüyor. Hem de İstanbul'un eskisine. “Son yüzyılda pek çok örneğine rastlanan aydın meclislerinden, Küllük Kahvehanesi müdavimleri için bir akademi niteliğindeydi. Adeta Beyazıt Meydanı'nda yer alan bu mekan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Reşat Ekrem Koçu ve daha birçok aydın için önemli bir buluşma merkezine dönüşmüş...”

II. Abdülhamit Han türbesinin ve nice önemli zatların metfun bulunduğu kabristana bitişik olan bu mekanı biliyorum. İstanbul'da okuyup orada oturmak isterdim. “Edebiyat ve tarih sohbetleri yapılıp musiki icra edilirmiş... Bir de temel seviyede kültür düzeyine erişmiş insanların, aydınlar zümresi ile temas kurabileceği mekanlara ihtiyaç var.” Cümlesi de günümüz insanı için iyi bir tespit.

Diğer sayfada koskoca bir fotoğraf Tüm sayfayı kaplıyor. Bir kaldırımda kıyısında sandalyeye oturmuş takkeli, saçına bıyığına atlar düşmüş, uzun paltolu ve kot pantolonlu bir amcanın okuduğu kitabın sonuna gelmiş olduğunu gösteren fark ederken arkasındaki demir kapıya atılmış imza da gözümden kaçmadı.

Çevirelim bir sayfa daha. Kendi anısını anlattığını hissettiğim "Yeşil Takke" isimli hikaye oldukça güzeldi. Sımsıcak ifadelerle anlatılan kendi hikayesinden birkaç satır: "Tekrar istemediğim bir yanıt alınca mescide geri döndüm, ortalığı toparladım, eşyalarımı aldım, hiçbir şey olmamış gibi geri döndüm ve eniştemi duvara yaslanmış şekilde ağlarken gördüm. Babamı aradım ve sadece ağladım. Ablamları aradım ve sadece ağladım. Bir cümle kurmama gerek yoktu." Sanırım sizleri de hüzünlendirmiş olmalı satırlar.

Yine sayfa dolusu bir fotoğraf ve ardından Melih Bahadır'ın "Aynada İskeletini Görmeye Kadar Varan Kaç Kişi Var Şunun Şurasında?" cümlesi İsmet Özel'den alıntılanıp başlık yapılmış. “Nuri Bilge Ceylan sinemasında, neredeyse sıra dışı hiçbir şey olmaz ve eylemsizlik egemen gibi görünür. Yönetmen, gündelik yaşamdaki ikincil olana, rutine odaklanır...” diye başlayan ve bir sinema eleştirisi yazısını okuduktan sonra 40 sayfaya ulaşıyoruz.

Dedim ya, dergi çıkarmak zordur. Bir zorluğu daha var bu işin, o da devam ettirmek. Ama insan, içinden geçenleri, senesinde biriktirdikleri her ne varsa, yaşadığı bu şehirde, oluşturduğu her fikir, bir edebiyat eserine dönüşmek ister. Göğüs kafesinde bir yürek, yürüyen ayaklarda derman olduğu müddetçe devam edecektir kervan. Ve mutlaka bunca insan içinden değer veren, takdir eden ve alıp okuyan çıkacaktır elbette ki.Teşekkürler gençler, yolunuz ve bahtınız açık olsun.

AHMET TAŞTAN