Dr Salih Erol'un köşe yazısı
BİR KİTABIN SERENCÂMI
1820’de Bursa’da yazıldı ve neredeyse iki yüz yıl sonra, 2013’te, Ankara’da yayınlandı. Kitabımızın Bursalı müellifi, nispeten sade bir Türkçe ile kaleme aldığı kitabına - her nedense - Arapça şöyle bir başlık uygun görmüştür: “Vekâyi‘-i Baba Paşa fi’t-târih”. Bu başlığı günümüz Türkçesine şöyle çevirebiliriz: Baba Paşa’nın Tarihteki Olayları.
İlk cümlede: “Her nedense” dedim ama nedenini tahmin edebiliyorum aslında. Yazdıkları kitaplara Arapça başlıklar atmak ve kitabın sonundaki yazılış tarihini – neredeyse şaşmaz bir kural gibi – Arapça kaydetmek eski zamanların ilmiye sınıfı mensuplarının bir geleneği bu. Nitekim kitabımızın müellifi de duâ ve tarih içeren son cümlesini tümüyle Arapça yazmış: “… tahrir hazel kitâb fî yevmi’s-sâlis…” diye devam ediyor. Sâdede gelip, tarih cümlesini şöyle bağlayalım: Baba Paşa ile ilgili bu kitap 13 Cemaziyelevvel 1235’te tamamlanmış. Bu tarihin günümüzde kullandığımız Milâdî takvimdeki tam karşılığı 8 Mart 1820’dir.
8 Mart 1820’de Bursa’da Gazzi Dergâh’ında, dergâh şeyhi Abdüllatif Efendi, bir kitabı bitirmenin hazzını yaşıyordu herhalde. Bursa âşığı; ömrünün neredeyse tamamını Bursa’da yaşamış müellifimizin yazdığı bu kitap bir tarihsel biyografi kitabıydı. O tarihte hayatta olan ve Bursa’da zorunlu bir ikâmet halinde bulunan kişi; yâni kitabın kahramanı: “Baba”, “Pehlivan” lakaplarıyla yaygın şöhret kazanmış olan İbrahim Paşa’dır.
Kitabın yazımı sırasında kitaba konu olan kahramanın hayatta ve müellifin yanı başında aynı şehirde yaşıyor olması önemli bir husustur. O zamanlar Müellifimiz Bursa Alipaşa Mahallesi’nde; Baba Paşamız ise Bursa Namazgâh Semti’nde bir konakta yaşamaktadır. Paşa ve adamlarından dinlediklerini kayda geçirmekle yetinmeyen müellif, yazmakta olduğu kitaba kendi tarzını ve zaman zaman asıl konu dışına çıkarak Bursa şehri ve dinî konularla ya da kendi atalarıyla ilgili anlatımlara yer vermektedir. Dolayısıyla bu aynı zamanda bir Bursa tarihi kitabı niteliğini de taşıdığından şehir yaşamı ve tarihinde önemli addedilmelidir.
Pehlivan / Baba İbrahim Ağa / Paşa, şöhret ve nâmını bileğinin hakkıyla, cesareti ve zekâsıyla kazanmış; Anadolu – Rumeli ve Rusya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada mücadeleler vermiş bir Osmanlı paşasıdır. Hakkında söylenebilecek ilk kesin bilgi, Bozok(Yozgat)’ta doğmuş olduğudur. Doğum tarihini kesin olarak kendisi de bilmemekte; 1766 (Hicri 1180) veya 1770 (Hicri 1183) yıllarından birisi olduğunu tahmin etmektedir. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları memleketi olan Bozok’ta geçmiştir. On sekiz yaşında bir delikanlı olarak ilk kez bir savaşa gönüllü olarak katılmak üzere memleketinden ayrılmıştır. Söz konusu bu savaş, I. Abdülhamit’in (1774-1789) saltanatının son yıllarında patlak veren Osmanlı- Rus ve Avusturya savaşıdır. III. Selim’in (1789-1807) tahta çıktığı ilk günlerde düzenlenen cülus merâsimlerine katılmak ve cenk hünerlerini göstermek için İstanbul’a gelen Pehlivan İbrahim, burada meziyetlerini sergilemiştir. Alo Paşa adında bir devlet adamının özel birliklerine katılmış ve 1791 sonuna kadar savaşta bir nefer olarak bulunmuştur. 1792’de savaş durumu sona ermiş ancak Rumeli’de türeyen Dağlı Eşkıyası yüzünden devlet otoritesi ciddi yara almıştır. Bu durumda Pehlivan İbrahim Ağa, 1793 – 1798 arasında eşkıya ile mücadele etmiş; ancak devletin istediği otorite bir türlü sağlanamamıştır. Âmiri konumundaki paşanın 1798’de ölümü üzerine zor zamanlar geçirmiş ve Rumeli’de çetin bir tutunma mücadelesi verdikten sonra nihayet Bulgaristan’ın bir köşesinde ayanlık kazanmıştır. 1806’ya gelindiğinde Rusçuklu Alemdar Mustafa Paşa’dan sonra yörenin en etkili ağası konumuna yükselmiştir Pehlivan İbrahim Ağa.
1806 sonlarında başlayan Osmanlı – Rus Savaşı, genel olarak bütün bölgenin ama özel olarak da kahramanımızın hayatında bir dönüm noktasıdır. Bu savaşta dört yıl boyunca gösterdiği olağanüstü performans, halk arasında: “Baba Paşa” efsanesini yaratmış; onun ismi sadece devlet belgelerinde zikredilmemiş aynı zamanda halkın türkülerine konu olmuştur. 1809’da resmen paşalık rütbesini de kazanmıştır fakat ertesi yıl Rus kuvvetlerine esir düşmekten kurtulamamıştır. Onun düşmanın gözünde saygın bir konumda görüldüğünü Rus kaynakları da doğrulamaktadır. 19. yüzyılın başında Baba Paşa ve aynı yüzyılın sonunda o meşhur Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Düşmanın dahi saygı gösterdiği gerçek kahramanlardır onlar.
1810 – 1812 yılları arasında Rusya’da özel esir olarak tutulan Baba Paşa, bundan sonra serbest bırakılmış ve doğruca İstanbul’a gelmiştir. Sultan II. Mahmud’un gözde paşalarından biri olarak Anadolu’ya gönderilmiştir. Sırasıyla Sivas (1813 – 1815), Erzurum (1815 – 1816) ve Diyarbakır (1816 -1817) valiliği yapmıştır.
Orjinali 227 sayfadan (varaktan) oluşan kitabın üçte ikisi Baba Paşa’nın Rumeli’deki mücadeleleri ve Ruslar karşısındaki savaşa ayrılmıştır. Geri kalan üçte birlik bölüm ise, 1813 – 1817 arasında ihtişamlı bir vali olarak Anadolu’daki yerel derebeylere karşı devletin merkezi otoritesini tesis ettiği olaylara ayrılmıştır.
Nihayet takvimler 1816 sonu – 1817 başını gösterdiğinde uzun, zorlu ve yorucu mücadelelerin sonunda Baba Paşa’ya bir dinlenme yeri olarak Bursa görünür. Padişah, onu görevden alıp, Bursa’ya ikâmete gönderir. Kendisine iyi bir (tür) emeklilik maaşı da bağlanır. Bursa’ya doğru, 1816 yılının son günlerinde yola çıkmıştır. Diyarbakır - Bursa yolculuğunda yanına sadece ailesi ve hizmetçileri vardır. Yanında bulunan barut, top, kurşun vesaire savaş malzemelerini Sivas Valisine teslim ettikten ve mahkeme sicilline dahi kayıt ettirdikten sonra konak konak Bursa’ya doğru hareket etti. Bu yolculuğunda Seyit Battal Gazi Türbesi’ni de ziyaret ettikten sonra geçtiği şehir ve kasabaların ahalisine hediyeler dağıtarak; Bursa yakınlarına geldi.
22 Şubat 1817 tarihinde Bursa’ya varan Baba Paşa, şehrin girişinde ileri gelen birçok kişi tarafından karşılandı. Başta dönemin Bursa Valisi Nurullah Paşa olmak üzere şehrin ileri gelenleri ve halk tarafından karşılanan Pehlivan Paşa’ya Namazgâh’ta bir konak hazırlanmıştır. Hayatının en rahat dönemlerinden birini Bursa’da geçirdiğini, burada kaldığı üç yıllık süre içerisinde büyük bir konukseverlikle ağırlandığını, vaktini ibadet, ziyaretler ve dinlenmeyle geçirdiğini belirtmektedir.
Böylece kitabımızın yazılma hikâyesi başlıyor; kahramanımız Baba Paşa ile müellifimiz Abdüllatif Efendi buluşmuş oluyorlar. En büyük amaç, ibret nazarıyla bir tarih eseri yazmak ve bu sayede yapılanların kıyamete kadar bilinmesini sağlayacak bir yadigâr eser bırakmaktır. Yalnız Baba Paşa, kendi hayatının serencâmı olan eserin tamamlanmasını göremeden yeni bir görevle, 1820 başlarında Bursa’dan ayrılmıştır. Yeni görevi Yanya’da Tepedelenli Ali Paşa’nın isyanını bastırmaktı ancak aynı yıl görev başındayken rahatsızlanmış ve hemen sonrasında vefat etmiştir. Geride elli yılı aşkın bir ömre sığdırdığı sayısız olay ve o olayların getirisi olan şöhret ve en önemlisi de yazılmasına sebep olduğu bir kitap bırakmıştır.
Veka̅yi‘-i Baba Paşa fi’t-Târîh adlı bu eser, Bursa’da Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesinde, Orhan Kitaplığı bölümünde 1043 numarada kayıtlıdır. Bu kütüphaneye taşınmadan önce Orhan Camii bünyesindeki kütüphanede ise; 835 numarada kayıtlı bulunmakta idi. Transkripsiyonunu ve değerlendirmesini yaptığımız müellif nüshası olan eser, ta’lîk hattıyla kaleme alınmıştır. Konuyla ilgili olarak, eski eserler bulunduran kütüphaneler ve arşivlerde yaptığımız katalog araştırmalarında eserin başka bir nüshasına rastlanılmamıştır. Eldeki mevcut olan bu tek müellif nüshasının ebatları 322 x 230, 220x 110 mm’dir. 227 varaktan oluşan eserde varaklardaki satır sayısı genellikle 16 veya 17’dir . Verilen özelliklerden de anlaşıldığı üzere oldukça hacimli olan bu eseri müellif, titizlikle hazırlamıştır. Her varağa ayrı numaralar konulmuş; konu başlıkları atılmış ve birkaç istisna dışında satırlar, sayfalar arasında boşluklar bırakılmamıştır.
Orijinal yazma tek nüsha halinde 105 sene Gazzi Dergâhı kitaplığında bulunan bu nadide eser, 1925’te tekkelerin kapatılması sonucunda Orhan Camisi kitaplığına taşındı. Cumhuriyetin bu ilk yıllarında ilk olarak tarihçi Rıdvan Nafiz kitabımızın önemine dikkat çeken bir makale yazdı ve Hayat Tarih Mecmuası’nda 1927’de yayınladı. Ardından Bursa şehir tarihçilerinden merhum Nazım Yücelt, 1940’lı yıllarda halkevi dergisi Uludağ’da yazmadan birkaç örnek parça neşretti. Ancak adı geçen bu araştırmacılar, eserin tamamını yeni yazıya aktarıp yayımlamadılar. Yakın tarihte (1988) Atilla Çetin: “Bir Rumeli Kahramanı: Pehlivan İbrahim Paşa, nâm-ı diğer Baba Paşa” başlıklı bir makale yazdı.
Velhâsıl Baba Paşa’nın tarihini anlatan yazma kitabımız 2005’te tarafımdan bir yüksek lisans tezi çerçevesinde İnebey Yazma ve Basma Kütüphanesi’nin tozlu raflarından son bir kez daha indirilmiş oldu. Yaklaşık iki yıl süren meşakkatli bir çalışmanın ardından çeviriyazısı ve değerlendirmesini bitirebildim. Anadolu Üniversitesi’nden tez olarak, 2007’de kabul edildi.
Yüzyıldan epey fazla bir süre keşfedilmeyi, neşvü nemâ bulmayı bekleyen yazma kitabımızın nihayet matbaa ile tanışma vakti geldi. Kıymetli, büyük tarihçimiz Prof. Dr. Ali Birinci Türk Tarih Kurumu başkanı iken 2009’da bize ulaştı ve Baba Paşa Tarihi’ni yayınlamayı teklif etti. Heyecanla, sevinçle hemen kabul ettim. Eseri bir kez daha gözden geçirdik: Hazırlayan olarak ben ve raportör Prof. Dr.Özer Ergenç hocamız. Mutlu son: 2013’te Ankara’da Türk Tarih Kurumu yayınları arasından: “Vekâyi‘-i Baba Paşa” çıktı. Bin beş yüz adet basılan kitabımız on yıldır çok sayıda farklı şehir ve kütüphanede yerini almış durumda.
Bursa’da yazılan; Bursa ile ilgili çok kıymetli, birinci elden bilgi içeren bu eserin Bursa’da yeterince tanındığını maalesef söyleyemeyeceğim. Umarım bu tanıtıcı yazı vesilesiyle kitabımız, anavatanı Bursa’da hak ettiği ilgiyi bulur.