Yarınla ilgili bir planınız varsa eğer, o zaman dün, yâni geçmiş, önemli ve anlamlı olur. Başka bir deyişle ifade edecek olursak; gelecekle ilgili tasavvuru olan toplumlarda geçmiş değer kazanır. Gelişmiş toplumlar, tarihsel araştırmalara çok önem verirler ve dünün birikimine yaslanarak, bugünü yaşar, yarını da kurgularlar. Günü birlik yaşayan; kötü bir kadercilik anlayışına hapsolmuş toplumlarda tarihin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü ve maalesef hayatın da pek bir değeri yoktur.

Bu vecîz kısa girişi şunun için lüzumlu gördüm:

Bundan sekiz sene önce yaşadığımız o elîm 15 Temmuz akşamını kavramak için hiç olmazsa son yetmiş yıllık yakın tarihimize bakmak zorundayız. Çünkü tarihî bir perspektif içinde sunulmayan hiçbir olay tam anlamıyla anlaşılamaz.

Türkiye’nin yakın dönem siyasî tarihi maalesef darbeler tarihi olarak da nitelendirilebilir. Çok partili demokratik hayata geçtiğimiz 1946 yılından itibaren karanlık birtakım odaklar demokrasiyi bir türlü hazmedememiş olup, bu ülkeye hemen her zaman bir vesayet rejimi dikte ettirmeye çalışmışlardır. Emellerine zorla ulaşmaya çalışan bu vesayetçi kesimler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kullanarak, neredeyse her on yılda bir, bir askerî darbe gerçekleştirmişlerdir.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 tarihlerinde yapılan darbelere son bir halka olarak 15 Temmuz 2016’da yapılmak istenen darbeye bu kez millet geçit vermemiştir. Yaşadığı bu acı tecrübelerden sonra Türkiye’nin kazandığı milli ve demokratik olgunluk artık darbelerin tamamen mâzide kalacağı konusunda bizleri bir nebze ümitlendirmektedir.

Bizler görsek de görmesek de, farkında olsak da olmasak da şöyle bir gerçek vardır:

Tarihte yaşanan olaylar arasında daima bir sebep – sonuç ilişkisi vardır. Bu açıdan bakıldığında 15 Temmuz’un, kendisinden önce yaşanmış askerî darbelerle ilişkili olduğunu görmek mümkündür. Şöyle ki, FETÖ’nün elebaşısı olan herifin Diyanet içindeki hızlı yükselişi, daha 20’sine bile varmadan vâizlik payesiyle sivrilmesi ve kendisine gözde camilerde kürsü verilmesi 27 Mayıs Darbesi’nin sağladığı ortamla mümkün olmuştur.

Zaten 15 Temmuz kalkışmasının niteliksel bakımdan en çok benzeştiği darbe de 27 Mayıs Darbesidir. Gücünü tamamen milletten alarak iktidarda bulunan bir siyasi partiye karşı yapılmış 60 Darbesi, arkasında bıraktığı derin acılarla bu ülkedeki bölünmüşlüğün tohumlarını serpmiştir. Ordunun üst komuta kademesi değil de, alt kademedeki genç subayların bir tertibi olan bu darbede silahlı kuvvetler hâin bir kumpasla teslim alınmıştı. ABD’nin ana kumanda masasında olduğu o darbeden sonra NATO’nun çizgisine daha sıkı bir şekilde çekilmemiz ve hemen ardından ülke olarak IMF’den borçlandırılmamız unutulmaması gereken ayrıntılardır ve gerçek ayrıntılarda gizlidir.

Son darbe kalkışmasını yapan komitenin en başta “NATO’ya bağlılığımızı” vurgulayan bildirisini dinlerken, bir tarihçi olarak 1960’ı acıyla bir kez daha hatırladım. Yine bu son kalkışmada TSK’nın içinde yuvalanmış darbeci kesimin, daha öncesinden yaptırdığı bütün “temizlik hareketi”ne rağmen komuta kademesini ele geçiremediğini görünce 1960’taki darbeye hem benzerliğini hem de farkını görmüş olduk. Allah’a şükürler olsun ki, ordumuzun üst kademesi ve personelinin büyük bir çoğunluğu bu hâin çeteye teslim olmamıştır. Bu son darbe girişiminin elbette ki, daha önceki hiçbir darbede görülmeyen; kendi özgü hususî nitelikleri de bulunacaktır.

1960 Darbesi sonuç olarak, “özgürlükçü ortam” görünümü altında Türkiye’yi kaotik bir düzleme doğru sürükledi. O dönemin dünyasında yaşanan karışıklıklardan da etkilenen ülkemiz hızla yaygınlaşan ideolojik bir iç çatışmanın içerisine yuvarlandı. Hiçbir manası olmayan “Sağ – Sol” gibi kavramlar uğruna bu ülkenin gerçek hazinesi olan gençlik heba edildi. Memleket topyekun gerilerken, durmadan güçlenen şey askerî vesayet, dış güçlerin etkisi ve onlarla tam uyumlu dinî görünümlü örgütlerdi ki, bunların içinde dikkat çekici olanı fetullahçı hareket gelmekteydi.

Memleketi esir alan 70’lerin anarşik ortamına karşı sözde bir kurtarıcı gibi takdîm edilen 12 Eylül 1980 askerî darbesi, birçok kesimi acımasızca ezerken; bölücü terörün ve dış güçlerle işbirliğini geliştiren dinci hareketlerin güçlenmesine yaradı. CIA’nın 60’lardaki çocukları büyümüş ve maalesef silahlı kuvvetlerin en üst komuta kademelerine yükselmişti. Bu cuntacı kesim 1980’de yeni bir darbe yapmıştı.

Fetullahçıların kamunun hemen her alanında örgütlenmesinin önünü açanların 80 darbecileri olduğuna tarih her zaman şahitlik edecektir. Bu duruma dikkat çekmeye çalışan haber ve bilgilerin nasıl görmezden gelindiği; haberlere konu olan cemaat yapılanması araştırılacağına; haberi yapanların her türlü konuşturmaya uğradığı bilinen gerçeklerdendir. Buna somut bir örnek olarak 1987’de Nokta Dergisi’nin “Orduya Sızmaya Çalışan Dinci Örgüt” başlıklı özel sayısını hatırlatıp geçelim.

DR.SALİH EROL